Amasya Evliyaları

Abdürrahim-i Merzifonî

1385-1390 yılları arasında doğduğu tahmin edilen Abdürrahim-i Merzifonî'nin asıl ismi Abdürrahim Nizameddîn'dir. Abdurrahim-i Rumî olarak da bilinir. Merzifon'da dünyaya geldiği için Merzifonî ve şiirlerinde "Rumî" mahlasını kullandığı için de "Rumî" lakabı ile tanınır.

Küçük yaşta başladığı tahsil hayatında ilk hocası babası ve memleketindeki diğer âlimler oldu. Aldığı bu ilimle sanat ve kültür yönü fevkalâde gelişti. Tahsil hayatı sırasında¸ o sırada Osmancık'ta müderris olan Akşemseddin Hazretleriyle sıkı bir dostluk kurdu.

Bu iki dost feyz almak ve tasavvuf yolunda ilerlemek amacıyla¸ o gün için menkıbeleri Anadolu'da ağızdan ağza dolaşan¸ ismi bütün İslâm ülkelerinde saygı ile anılan büyük bir Türk bilgini ve tasavvuf âlimi Şeyh Zeynüddin Hafî'den ders almak üzere Mısır'a doğru yola çıktılar. Ancak Haleb'e geldiklerinde Akşemsedd'in gördüğü bir rüya üzerine kendisinin manen Hacı Bayram-ı Veli'ye bağlı olduğunu söyleyerek Ankara'ya döndü.

Abdürrahim Merzifonî ise yoluna devam ederek Mısır'a gitti ve Şeyh Zeynüddin-i Hafî ile buluşup onun manevî himaye ve terbiyesine girdi. Zamanla hocasının sevgisini kazanarak teveccühlerine kavuştu. Hocasının¸ bu yolda bulunanlara has terbiye usulleriyle manevî makamlara kavuştu. Bu yolun vazifeleri ile meşgul olarak yükselip¸ kemale erdi. Hocası kendisinde gördüğü çalışkanlık¸ kabiliyet¸ doğruluk¸ sadakat ve bağlılığı¸ verdiği icazetnamesinde de dile getirdi. Daha sonra irşat için¸ hocası tarafından¸ Merzifon'a gönderildi.

Merzifon'a gelmesinden sonra hanesi yurdun dört bir tarafından feyz almak ve ilminden istifade etmek isteyenlerin akınına uğradı. Bir müddet sonra zamanın padişahı İkinci Murad Han tarafından¸ ilminden daha geniş bir kitlenin faydalanması için Merzifon'daki Çelebi Sultan Mehmed Medresesi'ne müderris tayin edildi.

Vefatına kadar pek çok talebe yetiştiren Abdürrahim Merzifonî 1465 yılında Dar-ı Beka'ya irtihal etti.

Seydi Halife

İsmi¸ Şeyh Seyyidüddîn Ali el-Halvetî'dir. Amasyalı olup¸ doğum tarihi bilinmemektedir. 1533 yılında Amasya'da vefat etti.

Küçük yaşta başladığı ilim tahsilinde özellikle din ve fen ilimlerinde kendini yetiştirdi. Tasavvufi alanda uzun bir arayıştan sonra kendisine mürşid olarak Halvetî tarikatının büyüklerinden Şeyh Habib-i Karamanî Hazretlerini seçmiştir.

Mürşidine olan bağlılığı ve muhabbeti sebebiyle kısa zamanda tasavvufun yüksek derecelerine ulaşmakla kalmayan Seydi Halife aynı zamanda şeyhin halifeleri arasında ön sıralara yükselerek Habib-i Karamanî Hazretlerinin baş halifesi oldu ve sonra Seydi Halife unvanıyla anıldı.

Hocasının 1495 yılında vefatından sonra onun yerine geçip insanlara hak ve hakikati anlatan Seydi Halife'nin yaşadığı sofiyane hayat tarzı¸ onu keramet ehli bir Hak âşığı haline getirir.

Onun etrafındakilere örnek olarak sunduğu hayat tarzı¸ gündüzleri oruç tutmak¸ geceleri devamlı ibadet etmek ve neticede nefsin istemediklerini yaparak onu terbiye etmekle haram ve şüpheli durumlardan kaçınan bir hayat tarzıdır.

Ona göre vefat¸ sevgiliye kavuşma anıdır. Kendisi¸ ruhunun bedenini terk edeceği sırada¸ adeta bir sabırsızlık gösterir. Sanki o ölümle bir zindandan farksız olan bu dünya hayatından kurtulup özgürlüğüne kavuşacaktır.

Son nefes anında dahi aklı başındadır ve soranlara o anda gördüklerini anlatırken çehresinden hiç eksilmemiş olan manevî âlemin nuru parıldamaktadır.

Seydi Halife¸ Amasya'da Mehmed Paşa imaretinin avlusunda¸ mürşidi Habib-i Karamanî Hazretlerinin kabri yanına defnedildi.

KurtboğanEvliyası

Asıl ismi Şerafeddin Hamza olup¸ Fatih Sultan Mehmed'in hocası Akşemseddin Hazretlerinin babasıdır. Soyu itibariyle Hz. Ebu Bekir(r.a)'e kadar dayandığı rivayet edilmektedir.

Büyük velilerden Pir İlyas Hazretlerinin önce en yakın müridi sonra da ilk halifesi olan Şerafeddin Hamza'nın 1415'te vefat etti.

Kendisine Kurtboğan lakabının takılması olayı şöyledir:

O beldeye musallat olan bir kurt yeni mezarları bularak ölüyü kabrinden çıkarıp parçalamaktadır. Şeyhin vefat ettiği günün gecesi de kurt gelerek kabri açar. Ama ertesi gün kabri ziyarete gelenler kurdun ölüsü ile karşılaşırlar. Şeyh Hamza Hazretlerinin eli de mezarın dışındadır. Hal sahibi bir zatın¸ "Kurt değdiği için elin yıkanması gerekir." demesi üzerine yıkanan elin derhal içeri çekildiği görülür. Bu olaydan sonra Şeyh Hamza Hazretleri ‘Kurtboğan' lakabıyla anılmaya başlanır.

Mustafa Akif Efendi

Mustafa Akif Efendi 1686 yılında Amasya'da doğmuş ilim ve gönül ehli bir zattır. Ailesinin de ilim ehli olması nedeniyle¸ küçük yaşta tahsil hayatına başlar.

Zamanının ileri gelen âlimlerinden akli ve naklî ilimleri tahsil eder. İlim tahsil ettiği âlimlerin başında Abdullah Efendi ile Remzi el-Kayseri gelir. Tahsil için zamanın çeşitli ilim merkezlerini de gezen Mustafa Akif Efendi Kahire'ye giderek burada özellikle Sahîh-i Buhârî¸ Sahîh-i Müslim ve diğer sahîh hadis-i şerif kitaplarını okur.

Hac vazifesini ifa için Mekke ve Medine'ye geçen Mustafa Akif Efendi buraya diğer İslâm ülkelerinden gelen âlim ve velilerle görüşüp¸ onların meclis ve sohbetlerinde bulundu. Daha sonra Amasya'ya döndü ve Sultan Beyazıd Medresesine müderris tayin edilip ders okutmaya¸ talebe yetiştirmeye başladı. Bir müddet sonrada Amasya Müftülüğüne tayin edildi.

Şeyhülislâm Mustafa Efendi kendisine ilme ve müslümanlara hizmeti sebebiyle¸ Süleymaniye Müderrisliği payesini gönderdi.

Yaşlanınca müftülükten ayrılan Mustafa Akif Efendi ömrünün sonunda insanlardan uzak bir hayat yaşamayı tercih ederek¸ kendini tamamen ilim ve ibadete verdi.

Mustafa Akif Efendi kendisi fakir olmasına rağmen Allahu Teâlâ'nın ihsan ve bereketiyle fakirlere bol tasaddukta bulunurdu. Camiye giderken yanın bol miktarda altın ve gümüş alır ve onları kendisinin cömert ve ihsan sahibi olduğunu bilip yolu üzerine sıra olan fakirlere avuç avuç bitinceye kadar dağıtırdı.

Malı ve geliri olmamasına rağmen Mustafa Akif Efendi bu âdetini hemen hemen her gün yerine getirir insanlar da onun bu hâline şaşarlardı. Hâlbuki bu durum¸ Allahu Teâlâ'nın pek çok velisine olduğu gibi¸ Mustafa Akif Efendiye de keramet olarak bu malları ihsan etmiş olmasından başka bir şey değildi.

İlmiyle amil¸ fazilet sahibi bir veliolan Mustafa Akif Efendi Tefsir¸ hadis¸ usûl-i fıkıh ve fıkıh ilimlerinde zamanının müracaat kaynağı idi.Arapça¸ Farsça ve Türkçe şiirler söyler¸ nesirler yazardı. Üç lisanda da şiir kabiliyeti vardı. Tıp¸ hey'et¸ astronomi ve hendese¸ geometri ilimlerinin teorik ve pratik kısımlarında ihtisas sahibiydi. Aklî ve naklî ilimlerin usûl ve fürû kısımlarında yüksek âlimdi. Hatta onun; "Üç yüz senedir usûl-i fıkıhta benim gibi birisi gelmedi." dediği rivayet olunur.

Mustafa Akif Efendi 1760 yılında Amasya'da vefat etti.

SERÇOBAN

 

Şeyh Safiyüddin Mahmut’un, hal vehareketlerindeki sadeliği ile tanınan ve çobanlık ile geçimini sağlayan birkardeşi vardır. Zamanla Amasya’nın bir mahallesi haline gelmiş olan KarasenirKöyüne yerleşen Serçoban, bir gün ayakkabıcılık yapan ağabeyi İğneci Baba’yıziyarete gelir. Beraberinde de koyunlarından sağdığı sütü bir mendilineçıkılayıp hediye olarak getirmiştir. Amacı, bu sütün mendilden sızmadığınıgöstermektir. Serçoban mendilini kunduracı dükkanının duvarındaki bir çiviyeasar. Bu sırada İğneci Baba dükkanında bir bayanın ayak ölçüsünü almaktadır.Serçoban, bayanın topuklarını görererek, “ne kadar da güzel” diye aklındangeçirdiğinde, çiviye asılan mendilden süt yavaş yavaş damlamaya başlar.

İğneci Baba, kardeşinin niyetinde bozulmalar olduğunu sezerama, hiç birşey belli etmez. Bayan ayak ölçüsünü verip dükkandan ayrılınca,İğnecibaba, kardeşi Serçoban’a, “Kerametdağ başında ermekte değil, keramet burada, çıkındaki sütü damlatmamakta”,der.

Bu menkıbenin aynısı, Merzifon’da medfun bulunan Piri Babaile kardeşi Çoban Baba hakkında da anlatılır.

Serçoban, bir gün dağda sürüleriniotlatırken kaçan bir oğlağı yakalamak ister. Serçoban kovalar, oğlak kaçar.İyice yorulan Serçoban, "Seni yakaladığımda keseceğim", der. Sonundayakaladığı oğlağı sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzere iken, onunmahzun ve etkileyici bakışları ile karşılaşır ve duygulanır. “ Beni de çokyordun mübarek ”, der ve yakaladığı oğlağı serbest bırakır.

Serçoban öldüğünde, sürüdeki hayvanlarınher biri ağaca dönüşür ve bir orman oluşur. Mezarının bulunduğu mevki kendi adıile anılır ve adak ve mesire yeri olarak ziyaret edilir. Yöre insanı oradakiağaçları kesmenin kendilerine kötülük getireceğine inanır.

Serçoban, bu yönüyle Amasya’dan çok dauzakta olmayan Çorum-Osmancık’taki Koyun Baba menkıbesini hatırlatır. ”BabaHazretleri Osmancık’ta Adatepe eteklerinde koyun güdermiş. Bir gün sürüden birkoyun kaçar. Baba Hazretleri de peşinden koşar, fakat bir türlü tutamaz. Koyunönde, Baba peşinde Adatepeyi dokuz defa dolaşırlar. Sonunda ikisinin de kuvvetitükenir, yorgun düşerler. Baba, “Ya mübarek! Ben yoruldum amma beni de EyüpAleyhisselam sabrına nail ettin”, diyerek koyunu kucaklayıp gözlerinden öper.Menkıbevi kişiliğinin dışında, Serçoban’ın, kardeşi kabul edilen İğneciBaba’dan yaklaşık 150 yıl önce yaşamış ilim erbabı bir zat olduğu da anlatılır.Öğrenimini Tebriz’de Hz. Hüseyin soyundan gelen Şeyh Taceddin vasıtasıylatamamlayan İbrahim çıkmış olduğu yolculuğun sonunda gün gelir Amasya’yayerleşir. Burada hocalık yaparak halk ve devlet adamları nezdinde itibar görür.Anadolu Moğol valisinin gözünden düşerek Karasenir Köyü civarına çekilir veburada çobanlıkla geçimini sağlar. Gazan Han döneminde tekrar eski itibarınakavuşur. Türbesi 1878’de Karasenirli Hasan Paşa tarafından yaptırılırsa da2001’de Amasya Belediyesi tarafından çevre düzenlemesi ile birlikte yenilenir.

-Evliyalar Şehri Amasya'dan-

PİR İLYAS

Gümüşmadeni dolayısıyla Amasya’nın Gümüş adını alan bir kasabası vardır. Bukasabanın önde gelen sülalelerinden biri de Gümüşlüoğlu diye bilinir.Gümüşlüzade Şücaeddin İlyas’ın 1400’lere doğru Amasya müftüsü olarak şöhretbulduğu anlaşılıyor. Menkıbe onu aksak Timur ile karşı karşıya getirir. Önemlibir askeri kuvvet ile Amasya’ya gelen Numaneddin ül Cebbar el Mutezili adındafaziletli bir zatın başkanlığındaki heyet, Amasya ulemasını imtihana daveteder. Akli ve nakli ilimlerden on tane zor soru soracaktır. İyi cevap verildiğitakdirde Amasya halkı zulüm görmeyecek, aksi takdirde Sivas gibi Teymurlenk’inordusu tarafından urulacak, kılınçtan geçirilecektir.Şücaeddin İlyasAmasya’daki ilim heyetini toplar ve bu davete icabet eder. Sorulan sorularatereddütsüz gayet ikna edici cevaplar verir. Timur’un heyeti hayrete düşer veAmasya ve halk böylece büyük bir felaketten kurtarılmış olur.

         TimurŞücaeddin İlyas’ın ilmi derecesini takdir eder ve şehzadesi Kara Mehmet’egönderdiği fermanla onu ve yeğeni Mevlana Şemseddin Ahmed’i Şirvan’agönderir(1402). Amasya’da boşalan müftülük makamına da İlyas’ın oğluGümüşlüzade Celaleddin Abdurrahman Çelebi geçer. Şirvan’da bir müddet tedrisile meşgul olmakla birlikte Sadreddin Hayayi’nin meclislerine de katılanŞücaeddin İlyas, burada ahz-ı tarikat eyler. Timur’un vefatından (1405) birmüddet sonra yeğeniyle birlikte Şirvan’dan Amasya’ya dönen İlyas’ın buradaartık Halveti tarikatının neşrine çalıştığı görülür. Anadolu Beylerbeyi YakupPaşa’nın yaptırmış olduğu 1413 tarihli vakfiyesi ile tekke, mescid, tabhanesive çile odalarıyla tarikatın Amasya’daki merkezi haline gelir. Pir İlyas’ınburada uzun seneler hizmet verdiği ve 1433 yılında vefat ettiği anlaşılıyor.
YakupPaşa Tekkesi’nin hemen üzerinde medfun bulunduğu yere 1482 yılında II.Bayezidtarafından inşa ettirilmiş olan türbesi, enine dikdörtgen planlı olup inşakitabesi giriş kapısı üzerinde yer alır.
         “Yakin vefena makam sahiplerinin önderi, ulu şeyhlerin kutbu, Gümüşlüoğlu diye bilinenŞeyh Şücaeddin Pir İlyas için bu türbe imar edildi. Allah onun aziz ruhundan bizifaydalandırsın. Bu bina 887 yılında yaptırıldı.” Merzifon’un Kara Mağara adlıköyünün geliri de bu türbeye meşruta olarak vakfedilmiştir.
         Bu aradaAmasyalı şaire Mihri Hanım’ın pirin torunu olduğunu not edelim.
         Velilerinhayat hikayelerini anlatan eserlerde onun tasavvuf alanındaki kudretindenövgüyle bahsedilir. Vaktiyle bir rüsum uleması olmaktan mana alemlerininsırlarına vakıf bir Hakk aşığı olma yoluna geçişi aslında hiç de kolayolmamıştır. Arif-i billah Sadreddin Hayayi’nin sohbetiyle şereflendiği ve onunyanında kırk gün halvette kaldığı sıralarda, nefsin istediği şeyleri yapmamanınve nefsin istemediklerini yerine getirmenin zorluklarını yaşar. Hocasının ümmioluşu, müridin teslimiyetini adeta imkansız kılar. Yalnız başına yürümeninmümkün olmadığını da düşünerek Zeynüddin Hafi’ye gitmeye karar verir. Fakatrüyasında alemlerin efendisini görür. Peygamber efendimiz ona şöyle buyurur.“Ey İlyas!..Kalbinden başka sevgileri çıkar. Şu anda zamanın en hayırlısıSadreddin Hayayi’dir. Hizmetine koş.” Uyanır ve yaptığı hatayı kabul eder.Tövbe edip Sadreddin Hazretlerinin huzuruna koşar. Keramet ehli mürşidintalebelerine, “Pir İlyas geliyor, onu karşılayın” dediği anlatılır. Önünde dizçöken müridine de, “Peygamber efendimizin yol göstermesi nimetine herkes nailolamaz” diye buyurarak gördüğü rüyayı bildiğini işaret eder. Bundan sonra Pirİlyas’ın şeyhinin hizmetinde kalıp mücahede ve riyazetle meşgul olduğuanlaşılıyor.
         OnunAmasya’ya döndükten sonra artık Taciyye diye bilinen dergahta talebeyetiştirerek, peygamber efendimizin ahlakını anlatmak ve yaymakla meşgul olduğugörülür. Yaşayışıyla etrafındakilere örnek olur. Kendisine sorulan, “evliyanınalametleri nelerdir?”, sorusuna şu karşılığı verir. “Söz söylemek icap etse,nasihat veren olur. Evliya o kişidir ki, boş işlerle meşgul olmaz. Ve yine,Kur’an-ı Kerim okuduğunda, dinleyenlerin kalplerinin yumuşadığı kimsedir.”
Pir İlyasvefat ettiğinde, cesedi kendi bağlarındaki sofada gasledilip yıkandığı esnada,kırılan bir ağaç parçası üzerlerine düşerken doğrulup bir eliyle bu ağacı tutarve kenara bırakır. Sonra yerine uzanır. Cenaze başında bulunanlar bu haligörünce büyük bir hayrete düşerler. Bu olayın birçok kişinin imanınıgüçlendirdiği anlatılır.
         EvliyaÇelebi, Amasya’ya geldiğinde şeyhin kabrini ziyareti vesilesiyle şunları yazar.“Yüzlerce başı ve ayağı açık aşıkları vardır. Vakıfları çok olduğundan gelipgeçene nimeti boldur. Hakire ziyareti müyesser olduğu vakit, ruhları için birhatm-i şerif okumaya başladım. Mezarının duvarında bir kağıda şu beyitleryazılıydı.
            “Ali kulunu eyleme bigane(ye) kıyas
               Hızır ol ona her vartada ya Hızır İlyas
               Dergahına mensubdur ol beynennas
               Sal devlet bünyadına avnü ile esas”
         Şehirdebir zamanlar fakirlere ve yolculara yemek sağlayan imaretler arasında Pir İlyasDede İmareti’nin adı da yer alır.
-Evliyalar Şehri Amasya'dan-


İGNECİ BABA

Halk arasında İğneci Baba ismiylemeşhur olan İğnecizade Şeyh Safiyüddin Mahmud Halveti’nin bir yangın sonrasıyenilenen türbesi Amasya’nın Kocacık Mahalllesindeki çarşı içinde yer alır.Vaktiyle türbenin yanındaki konak şeyhin torunu Ayşe Hatun tarafından Amasyakadılarının ikametine ayrılmıştır. 1893’teki yangın sonucunda Amasya MaarifKomisyonu bu geniş ve kıymetli arsayı zabt etmiş, yerine önemli gelir sağlayanbinalar yaptırmıştır. Neticede, türbeye ait tek dükkan bile kalmamıştır. Fakathalk arasında, bu komisyonun başkan ve üyelerinin uğradığı talihsizlikler,vakıf eserlere yapılan müdahaleye bağlanmıştır.

HABİB KARAMANİ
Anne tarafından Hz. Ebubekir,baba tarafından Hz. Ömer soyundan geldiği rivayet edilen Habib Karamani’ninailesi ve hayatının ilk dönemleri hakkında pek bir bilgi yoktur.Seyahatlerinden biri esnasında kendisiyle Konya’da tanışmış olan LamiiÇelebi’nin, “Seyyid Yahya Hazretlerine vardıkta akaid şerhi okurmuş”ifadesinden zahir ilimleri tahsil etmekte olduğu anlaşılıyor.          O sıralarda dahaçok ilim tahsil etmek ve manevi feyz alabilmek için, memleketinden ayrılarakHalvetiyye tarikatının pir-i sanisi Seyyid Yahya Şirvani’ye intisab etmek üzereİran’a gider. Şirvan’da Seyyid’in dervişleriyle karşılaştığında, onlara,“şeyhiniz bana bir günde mevlamı gösterebilir mi?” diye sorunca, müridlerinönde gelenlerinden Hacı Hamza öfkelenerek, “bunda şüphen mi var?” der ve okkalıbir tokat atar. Yere düşerek kendinden geçen Karamani’den haberdar olan şeyh,onu yanına çağırtıp, “dervişler gayretli olur, onların kusuruna bakma ve sakınhuzursuz da olma” diyerek teselli eder ve gönül alır. Sonra da, “şu pencereninyanına git ve otur. Orada gördüklerini bize anlat.” Diye buyurur. Şeyhin işaretettiği yere varınca Karamani, sır kapılarının açıldığını ve hakikat aleminingözlerinin önüne serildiğini fark eder. Mana aleminin bütün güzellikleriortadadır ve o anda Habib Karamani, bambaşka bir insan oluvermiştir. Kalbindedünya sevgisine dair bir şey kalmamıştır. Yüksek marifetlere ulaşır, dergahageldiğinde kalbinden geçenlere kavuşmuştur. Benlikten geçtiğini, bütünbenliğini şeyhinin kapladığını anlar ve dili çözülür. “O geldi, biz gittik”
         On ikiyıl şeyhine hizmet ettikten sonra izin alarak Anadolu’ya döner. Artık onunsürekli seyahat ettiği görülür. Bir süre Ankara’da ikamet ederek Hacı BayramVeli Hazretlerinin kabrini sık sık ziyaret eder ve öyle anlaşılmaktadır ki, bunurlu mekanda her zaman kesbedilecek kemalat, alınacak feyizler vardır. OnunAkşemseddin ile sohbetleri 1450-55 yılları arasında olmalıdır. Aydın, Sivas,Kayseri, Konya, Karaman gibi şehirleri dolaşır, ve bu arada üç defa Hacc’agider.
         Kayseri’deAkşemseddin’in halifesi İbrahim Tennuri ve Nakşibendi şeyhlerinden Emir Efendiile Mekke’de Zeyni şeyhlerinden Abdülmuti Efendi ile sohbet etme imkanı bulur. Bu büyükler sâyesinde nice feyzlere kavuşur ve herbirinden pek çok istifâde eder.
         HabibKaramani, İskilip’te Şeyh Yavsi Efendi’nin kızı ve Ebussuud Efendi’ninkızkardeşi Rukiye Hatun ile evlenir. Bu arada İskilip’te cami, medrese, zaviyeve kütüphane gibi bir çok vakıf kurmuştur. Bunların başında 1476 yılındayaptırıp vakfettiği Tabakhane Mahallesinde bulunan Şeyh Habib Camiigelmektedir. Vakfiyesi Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan ve 370 m2.lik bir alanıkaplayan caminin önündeki medrese binaları 1925’ten sonra yıktırılmıştır.Caminin yanında kütüphane ve zaviye ile birlikte inşa edilen medresenin 1900yılında altmış yedi talebesi bulunduğu bilinmektedir.
         Ancakkayınpederiyle aralarında önemli bir anlaşmazlık çıkınca İskilip’ten ayrılıpAmasya’ya gider. Şeyh Yavsi’nin vakfını “evladiyelik olarak kurduğunu, HabibKaramani’nin ise, “erbabiye” olarak kurmasını istemesi yüzünden aralarınınaçıldığı rivayet edilir. Habib Karamani İskilip’ten ayrıldıktan sonra geldiğiAmasya’da bir zaviye kurarak ibadet ve ilimle meşgul olur ve 1496 (H.902) senesinde Amasya'da vefât eder. Mehmed PaşaCâmiinin batı tarafında Nezir Mehmed Paşa ile oğlunun kabirleri arasındadefnedilir.
         Yahya-yıŞirvani’nin beş meşhur halifesinden biri olan Habib Karamani pirdaşlarıŞükrullah Alaeddin er-Rumi, Dede Ömer Ruşeni, Muhammed Bahaeddin Erzincani ilebirlikte Halvetiliğin Anadolu’da yayılmasında önemli rolü olan bir sufidir.Ancak tarikat daha çok Pir Muhammed Erzincani ve halifeleri vasıtasıyla devametmiştir. Amasya’da ise Halvetilik Pir İlyas vasıtasıyla çok daha önceyaygınlık kazanmaya başlamıştır.
         KaynaklardaHabib Karamani’nin Kitabü’n-Nesayih adlı bir eseri olduğu kaydedilmekteyse denüshasına rastlanamamıştır.
         Sultan İkinci Bâyezîd Hânın şehzadesi Şehinşâh Bey'innişancısı şöyle anlatır: Şeyh ile berâber akşam namazını kılıyorduk. Bir akrep, secdeyerinden geçip, safın bir tarafına gitti. Ne olduğunu bilemediğimden aklım karmakarışık oldu. Namazdahuzûrum kaçtı. Namazdan sonra yemek getirdiler. Fakat akrep sanki kafamın içinisokuyordu. Hep onu düşünüyordum. Bir türlü yemeği yiyemiyordum. Gönlümden geçirdiğim budüşünceyi Allahü teâlâ, Şeyh'in kalbine ilhâm edince, bana; "O zavallıakrep bizim yanımıza geldi. Peygamber efendimizin; "İki karayı(yılan ve akrebi)gördüğünüzde öldürünüz!"hadîs-i şerîfine uyarak, onu namazda iken öldürdük. Gönlünüzü meşgûletmesin!" dedi. (Namazda yılanı ve akrebi öldürmek namazı bozmaz.) Böylece zihnimdeki endişeortadan kalkmış oldu. Benim âdetlerimden olduğu için, gönlümden geçirerek; "Eğeryemek helâl ise Bismillâh." diyerek yemeğe başladım. Bunun üzerine Şeyh Habîb; "Helâldir,şüphen olmasın!" dedi.
Türbenin dışındaki ilk mezar Mehmet Paşa’nın babası HızırPaşa’ya, ikinci mezar Mehmet Paşa’ya, üçüncüsü Habib Karamani’ye, bu durumdadördüncü mezar da Mehmet Paşa’nın oğluna aittir.
         Caminin güneyinde yol üzerinde Habib Karamani’yenezredilmiş olan tekkenin inşa tarihi 1485 yılıdır. Cami ve medresenininşaatıyle birlikte Amasya valisi Mehmet Paşa’nın bu tekkeyi yaptırmış olduğubiliniyor. Bu yapıların bugün Kılıçarslan İlköğretim Okulunun (bugün Rektörlükbinası) bahçesi içinde yer almış olduğu anlaşılıyor.
         Mehmet Paşa Camii haziresinde yer alan kabirlerden biri de1533’te vefat etmiş olan Seydi Halife’ye aittir. Onun 1485’lerde gelişiylebirlikte Habib Karamani’yi mürşid olarak seçmiş olduğu ve şeyhinin vefatındansonra yaklaşık otuz beş yıl tekkenin başında bulunduğu anlaşılıyor.
-Evliyalar Şehri Amasya'dan-

HACI HIZIR EFENDİ

Halvetitarikatının Şemsiyye kolunun kurucusu Ahmed Şemseddin Sivasi’nin (1520-1597)çocukken babası tarafından Zile’den Amasya’ya getirilerek dualarına mazharolduğu Şeyh Hacı Hızır Efendi Hazretleri Habib Karamani’ninhalifelerindendir. Kaynakların kendisinden marifetler ve kerametler sahibişeklinde bahsettiği zatın muhtemelen XVI. yüzyılın ortalarında vefat ettiğitahmin edilebilir. Amasya Tarihi yazarının vermiş olduğu Mehmed Paşa Tekkesi’ndeşeyhlik yapmış zatların isim listesinde yer almadığı göz önünde tutularak KaraŞems’in babasının şeyhi olan Hacı Hızır Efendi’nin şehirde bulunan çok sayıdakiHalveti tekkesinden birinde hizmet vermiş olduğu düşünülebilir.

ALEMİ EFENDİ

Zileli Abdurrahman Efendi'nin talebesi ve Kadızadeliler Hareketine set çeken ünlüHalveti Şeyhi Abdülmecid Sivasî Hazretleri'nin halifesi olan Alemi Efendi,Amasya'da, Sultan II. Beyazıt Camii'nde, kürsü şeyhi idi. 1635 yılında vefatederek Pirler Parkında yer alan Pir İlyas Türbesi çevresindeki mezarlığadefnedilir. Onun sağlığında kaleme almış olduğu eserleri şunlardır:Kitâbü'l-Makbul fi Halîl-Huyûl. Bu eser Türkçe olup üç bölümden müteşekkildirve Sultan II. Osman'atakdim edilmiştir. Mesmûatü'n-Nakayih ve Mecmuatü'n-Nasayih adlı eserin ise birnüshası, Eyüp'te Hüsrev Paşa Kütüphanesi'ndedir. Nüsahu'l-Hukkâm Sebebü'n-Nizamadlı eserin de bir nüshası, Eyüp'te Hüsrev Paşa Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.Diğer eserleri ise, Nuru'l-Ashab ve Kahrü's-Sibab.Risâletün fi't-Ta'limve't-Teallüm, Risâle-i Regaibiyye, El-Hukûkü'l-İlâhiyye adlarınıtaşımaktadır

MUSTAFA AKİF EFENDİ

Merzifonlu Ebu Muhammed Bayram Efendi’nin oğlu Mustafa Akif 1686 yılında Amasya’da Dünya ya gelir.İlim ehli bir âileye mensûb olan Mustafa Akif Efendi, küçük yaştaöğrenimine başlar. Zamanının ileri gelen alimlerinden akli ve naklî ilimleritahsîl eder. Şeyh Muhammed Amâsî'nin babası Abdullah Efendi ile Remziel-Kayseri ilim tahsil ettiği âlimlerin başında gelirler. Tahsil için zamânınçeşitli ilim merkezlerini gezer. Kâhire'ye giderek, Arabî ilimler ile hadîsilmini öğrenir. Burada özellikle Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim ve diğer sahîhhadîs-i şerîf kitaplarını okur. Ebü'l-İzz el-Acemî ona hadîs-i şerîf okutmaklailgili icazet verir.
         Üç defâhacca giden Mustafa Âkif Efendi, orada çeşitli İslâm memleketlerinden gelenâlim ve velîlerle görüşüp, onların meclis ve sohbetlerinde bulunur. Aklî venaklî ilimlerde derinleştikten sonra memleketi olan Amasya'ya döner. SultanBeyazîd Medresesine müderris tâyin edilip ders okutur ve talebe yetiştirir.Daha sonra uzun müddet Amasya Müftisi olarak vazîfe yapar. Yaşlanıncamüftîlikten ayrılır. İlme ve müslümanlara hizmeti sebebiyle, ŞeyhülislâmMustafa Efendi kendisine, Süleymâniye müderrisliği pâyesini gönderir. Ömrününsonunda insanlardan uzak bir hayat yaşamayı tercih eden Mustafa Âkif Efendi,kendini tamamen ilim ve ibâdete verir. Tasavvuf yoluna girip bu yolda ilerler.Onda mânevî haller ve kerâmetler görülür. İnsanlar ona, gördükleri bu hallersebebiyle deli ve mecnûn gözüyle bakmaya başlar. Gece ve gündüzünü ilme veibâdete veren Mustafa Âkif Efendi, ilmî mütâlaalar ve araştırmalarda bulunur.Gece sabaha kadar lambası hiç sönmeyen bu âlim zâtın, gözlerinin bozulmamasıiçin çalıştığı odaya birçok lamba koyduğu anlatılır.
         Tıb, astronomi ve matematik ilimlerinde mahâret sâhibi olan Akif Efendi, Tıb ilminingereklerine dikkat ederdi. Talebelerinin ve sevdiklerinin hastalıklarınaçeşitli ilaçlar yaparak bunları tatbik ederdi. Bunun için evinin üstünde biroda yaptırmıştı. Burada oturur, bedenen sıhhatli olmak için oraya hızlı inerçıkardı. Bahçede gidip gelerek hareketli olmaya çalışırdı. Bu bahçedetalebelere ders okuturdu. Yanında çok sayıda talebe bulunmasını istemezdi. Eğertalebelere ders vermesi gerekirse ancak dört veya beş talebeye ders verirdi.Bir kişi fazla olsa, onu kabûl etmezdi. Eğer azıcık müsâde etse etrâfınıtalebelerin saracağını iyi bilirdi.
         Mustafa Âkif Efendi ulemâ sınıfından olmasına rağmen belli bir kıyâfetgiyinmezdi. Bâzan ulemâya âit elbise giydiği gibi bâzan da mevlevî dervişlerineâit elbise giyerdi. Câmiye giderken vakar ve ağır başlılıkla hareketederdi.Kendisi cömert olup, ikrâm ve ihsân sâhibi idi. Ziyâfet hazırlar,memleketin ileri gelenlerinden vâli, kâdı ile ulemâdan birçoklarını ve halkınileri gelenlerini dâvet ederdi. Şehrin vâlisi Cumâ günleri onu ziyâret ederdi.Vâliyi saygı ile karşılar ona izzet ve ikrâmda bulunurdu. Vâli ile müsâfehaettikten sonra; "Siz sultanın vekillerisiniz. Size itâat ve saygıgerekir." derdi. Kendisi fakir olmasına rağmen Allahü teâlânın ihsân vebereketiyle fakirlere bol tasaddukta bulunurdu. Câmiye giderken boynuna beyazbir kese asar, kesenin içine altın ve gümüş paralar doldururdu. Onun cömert veihsân sâhibi olduğunu bilen fakirler, yolu üzerine sıra olurlardı.Kesedebulunan altın veya gümüş paraları fakirlere ve ihtiyaç sâhiplerine fark ettirmedendağıtırdı. Bâzan da kesedeki para bitinceye kadar avuç dolusu verirdi. Bâzanfakirler onun üzerine fazlaca yüklendiği zaman, keseyi bırakarak hızlıca evinegiderdi. Sonra fakirler kesesini evine getirirlerdi. Malı ve geliri olmamasınarağmen bu âdetini hemen hemen her gün devâm ettirirdi. İnsanlar onun bu hâlineşaşarlardı. Halbuki Allahü teâlâ’nın pek çok velîsine olduğu gibi, Mustafa ÂkifEfendiye de keramet olarak bu malları ihsan etmiş olduğuna inanılırdı.
         Mustafa Âkif Efendi, pek çok ilmî araştırmaları olan bir zâttı. Amasyakütüphânelerindeki kitapları araştırmıştı. Okuduğu ve incelediği kitaplararakamlar şerhler koyar, fihristlerini çıkarırdı. Çok kere kırmızı mürekkeple veta'lik hattıyla yazardı. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler söyler, nesirleryazardı. Üç lisanda da şiir kâbiliyeti vardı. Tıp ilminde de geniş bilgisâhibiydi. Hey'et, astronomi ve hendese, geometri ilimlerinin teorik ve pratikkısımlarında ihtisas sâhibiydi. Aklî ve naklî ilimlerin usûl ve fürûkısımlarında yüksek âlimdi. Hattâ onun; "Üç yüz senedir usûl-i fıkıhtabenim gibi birisi gelmedi." dediği rivâyet olunur. Edebiyâtta Anadolu'dakiArapça dîvânlar onun şiirinin kaynağıydı.          Arapça Kaside-i Mimiyyesi ve Kaside-iAyniyye’si vardı.
         İlmiyleamil, fazilet sahibi bir veli idi. Tefsîr, hadîs, usûl-i fıkıh ve fıkıhilimlerinde zamânının mürâcaat kaynağı olan Mustafa Âkif Efendi, 1760 (H.1173)senesi Receb ayının yirmi birinci Pazar günü güneş doğmadan önce Amasya'davefât etti. Amasya surunun dışında, Musalla yolundaki kabristanın kıbletarafında defnedildi.
Anteplice Dil Dersleri
 
=> Fıkralar

=> Anteplice Sözlük

=> Anteplice Beddualar

=> Anteplice Atasözleri Deyimler

=> Antep Tekerlemeleri

=> Gaziantep Manileri

=> Antepoloji Bölümü

=> Antepliyik Demek için

=> Gaziantep Ninnileri
 
 

=> Anteplice Karikatür

=> Anteplice vido

=> Anteplice Dualar

=> Örnek konuşma

=> Anteplice Yeminler

=> Şiirler

=> Gaziantep ağzından derlemeler

=> Gaziantep'li olmak

=> ALLEBENDEN ANILAR
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol