Tilki Hüyük Efsanesi
Efsaneye göre zamanında bu köye ilk yerleşen adam, üç kızı ve karısıyla yalnız başına yaşar ve çiftçilikle geçinirmiş.
Tarladan döndüğü bir ilkbahar günü kızlarıyla karısını, derenin kenarında ağlaşırken görmüş. Dövüne dövüne ağlayan karısına ve kızlarına ağlamalarının sebebini sormuş. Büyük kız hıçkırarak anlatmaya başlamış.
-Ben kocaya varırsam, çocuğum olursa, yürümeye başlarsa, sizi görmeye gelirsem; çocuğum da bu çayın kenarına gelir de düşer buğulursa… Vah benim başım, talihsiz başım…
Diğerleri de bir ağızdan ona katılmışlar:
- Değil mi ya? Ah bizim talihsiz kız, kaderi kara yazılan yavrumuz… Ah!...
Birbirlerinin boynuna sarılıp ağıtlar söyleyerek ağlamışlar.
Olan bitenleri sabırla izleyen baba, onlara sormuş:
- Bitti mi?
- Bitti… diye cevap vermişler.
Babaları:
- Tuuu… Allah belanızı versin… Aha ben gidiyorum, sizlerden aptalını buluncaya kadar köye dönmeyeceğim… Demiş.
Bir turşu küpünün alt tarafını kırarak, üstü ile yola çıkmış. Nihayet bir köye varmış. Altı olmayan, iki tarafı açık küpü havaya dikip bağırmaya başlamış:
- Antika satıyorum… antika satıyorum…
Kadının biri önünü kesip sormuş:
- Bu ne antikası?
- Adam:
Bak, demiş.
Küpü havaya dikip kadına göstermiş:
- Bak, şunu dikip içine bakınca gökyüzünü, geceleri de yıldızları görürsün…
Kadın, kocasının sakladığı on altını verip küpü almış. Az sonra kadının kocası çıka gelmiş. Kadın, kocasını sevinçle karşılayıp, on altına satın aldığı küpü gösterip:
- Bak demiş, bütün altınlarımızı verip bunu aldım. Antika bu… Antika bu… Bunu dikip yukarıya baktın mı gündüz gökyüzünü, gece yıldızları görürsün…
Kocası, kadının elinden küpü kaptığı gibi yere çarpmış; saçına yapışıp kafasını yukarıya kaldırmış:
- Bak bakalım gökyüzünü görüyor musun?
- Görülmeye görülüyor ya küpün göstermesi başkaydı, diye söylenmiş.
Kocası atına atladığı gibi altınları alan adamın peşine düşmüş. Epey sonra yetişmiş.
- Selam ey yolcu… Buradan elinde on altın bulunan bir adam geçti mi?
- Aha şimdi önümden geçti, demiş; adam kurnazca. Fakat siz ona yetişemezsiniz ki…
- Niye? Diye, kızmış altının sahibi.
- O yayan, siz atlısınız da ondan…
- Amma da yaptın, at daha çabuk gider ya…
- Gider gitmesine ya, o iki ayaklı olduğundan hemen çabucak “Bir, iki… bir iki…” der, gider. Senin atın dört ayaklı, “Biiir. İkiii… üççç… dörttt…” diye gidecek ki yetişmesine imkan yok.
- Doğru, demiş adam; at sende kalsın, dönüşte alırım.
Atından inen adam gösterilen tarafa koşmaya başlamış. Beriki yönünü değiştirerek bir başka köye gitmiş.
-Tavuk alıyorum… Pahalı tavuklar alıyorum, diye bağırmış.
Yine önüne bir kadın çıkmış:
-Bende kırk tavuk, bir horoz var… Alır mısın? Demiş.
Kadının evine varıp pazarlığı yapmışlar. Kadın kırk tavuğu yakalayıp denk etmiş, adama vermiş. Fakat bütün çabalara rağmen horozu yakalayamamış.
Adam:
-Canım, demiş; niye kendini boş yere yoruyorsun. Ben şimdi tavukları alıp gidiyorum. Eğer bunların bedelini getirirsem horozu verirsin, yok getiremezsem, horoz senin olsun.
Kadın:
-Hay Allah senden razı olsun; deminden beri boş yere yoruldum durdum, demiş.
Adam tavukları alıp gitmiş. Biraz sonra tavukları satan kadının kocası gelmiş. Karısı, koşarak karşılamış.
-Gözün aydın, demiş; tavukları bir pahalı sattım ki…
Adam memnun olmuş.
-Ver bakalım paraları, demiş.
- Para alamadım ki!...
- Niye?...
Horozu vermedim. Parayı getirmezse horoz bizim. Yok tavukların bedelini getirirse horoz onundur. Ben enayi miyim? O, parayı tıpış tıpış getirecek…
-Allah’ın sersemi diye bağırmış kocası hiddetle… Horoz eskiden de bizim değil miydi?
- “Aboooo! Doğru ya…” demiş, kadın boynunu büküp.
Onlar çekişe dursun, tavukları alan adam kendi karısıyla kızlarından daha aptalların bulunduğu sevinci içinde köyüne dönmüş.
Ve şimdi o tek ev, 45-50 hanelik şirin bir köy olmuş. Hepsi de birbirinden akıllıymış. Adamın tilki gibi kurnaz oluşu nedeniyle de köyün adı Tilki Höyük olmuş.
|