GAZİANTEP NASIL KURTULDU?
Cenab-ı Allah c.c. ‘’Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık..’’ buyurarak insanın sosyal bir varlık olduğuna va hayatiyetini ancak topluluklar halinde yaşayarak sürdürebileceğine işaret buyurmuştur. İnsanlar sosyal hayatın bir gereği olarak köylerde, kasabalarda ve şehirlerde yaşarlar. Bizler de; Yuşa a.s. gibi bir peygamberin makamını, Peygamber Efendimizin s.a. nübüvvet mührünü öpme şerefine nail olmuş, cennetle müjdelenmiş Ukkaşe bin Mahsen r.a. gibi bir sahabeyi, tarih boyunca yüce dinimiz İslam’a, vatanımıza ve bayrağımıza uzanan elleri kırmak için, kanlarını sebil etmiş binlerce şehidi sinesinde barındıran bir şehirde; Gaziantep’de yaşıyoruz.
Antep, Peygamber Efendimiz s.a.v.in vefatından sadece dört yıl sonra, Hz Ömer’in r.a. kumandanlarından İyaz bin Ganem’in fethiyle İslam’la şereflendi. Ondört asır boyunca İslam’ı baş tacı edip ‘’Küçük Buhara’’ denilecek kadar İslam’la yoğrulan Antep için; I. Dünya savaşından sonra kara günler başladı. 17 Aralık 1918 de İngilizler tarafından işgal edilen Antep, 5 Kasım 1919 tarihinden itibaren de, Fransızlar ve yerli işbirlikçileri Ermenilerin işgaline maruz kaldı. Gerek Fransızlar, gerekse Antebin her türlü nimetinden istifade etmesine rağmen, Antebe hainlik etmekte beis görmeyen Ermeniler Antebin şahsında İslama olan kinlerinden dolayı büyük bir baskı ve zulüm başlattılar.
Onlar masa başında hesaplar yapmışlar, haritalar üzerinde paylaşmışlardı Anadolu’muzu. Fakat unuttukları bir şey vardı. Onların hesapları, tuzakları varsa Alemlerin Rabbı’nın da bir hesabı olduğunu unutmuşlardı… Unutmuşlardı; Allahın hakimler hakimi olduğunu….Unutmuşlardı; Allahın c.c. tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirenlerin en hayırlısı olduğunu…. Unutmuşlardı; Anteplilerin vatan deyince akan sulara gem vuran, bayrak deyince uçan kuşlarla yarışan, namus denince yediden yetmişe her biri bir şahin olup, düşman üstüne pervaz vuran, ezan denince burnunun direği sızlayan bir milletin mensubu olduklarını.
Antepliler; Allah’ım sen bu milleti yolunda kaim eyle! namuslarımızı düşman çizmelerine çiğnetme, kartallar yuvası vatanımızı düşman tasallutundan muhafaza eyle. Bize acı, bize merhamet eyle. Sen bizim Mevlamızsın, kafirler topluluğuna karşı bize yardım eyle diye haykırarak; Bülbülzade Hacı Abdullah Efendi başkanlığında Cemiyet-i İslamiye isimli bir müdafa cemiyeti kurdular. Köylere varıncaya kadar teşkilatlanıp, yediden yetmişe, çocuğuyla kadınıyla, yaşlısıyla genciyle, topraklarına mukaddes değerlerine göz diken düşmanın karşısına dikildiler.
Yedisinden yetmişine, çoluğuyla çocuğuyla, kızı kızanıyla, codarı sağlamıyla topyekun; Hakka amenna diyen, hak yoluna her şeyini feda eden bu şehrin halkını, Yüce Yaratıcı zalimlere karşı sahipsiz bırakmadı. On bir ay süren Antep Müdafaası neticesinde; Fransızlar ve işbirlikçisi Ermeniler geldikleri gibi gitmek zorunda kalmışlardı.
Bu savaşta zulme uğrayan sadece insanlarımız değildi. Savaş sırasında düşman saldırılarıyla yerle bir olup, savaş sonrasında şimdiki haliyle yeniden inşa edilen ve şimdi Antep şehitlerine ev sahipliği yapan Çınarlı Camii ne, Hz Ömerin fetih hediyesi Ömeriye Camiine, Fransız zulmüne başkaldırının karargahı Karatarla Camiine, kendine özgü minaresiyle başı sarıklı Kozluca Camiine, asırlar boyunca ecdadımıza hanuman olmuş eski Antep evlerine varıncaya kadar dikkatle nazar ettiğimizde; top mermilerinin, şarapnel parçalarının bıraktığı izler, zulmüm sadece insanlarımızı değil, İslam simgesini taşıyan bütün değerlerimizi yok etmeye yönelik olduğuna şahitlik eder.
Acaba hiç düşündük mü? Fransız ve Ermenilerin bu hınç, öfke ve gazabı ne içindi?
Acaba hiç düşündük mü? Ecdadımızın ağaç kabuklarını azık yapma pahasına direnmelerinin sebebi neydi?
Fransızların öfkesi; ecdadımızın İslam’a olan bağlılığına, Kurana olan sevdasınaydı. Diğer bir deyişle onlar, aşıkla maşuku ayırmak istiyorlardı.
Ecdadımızın cansiperane direnişinin sebebi de; geçmişten İslam olarak teslim aldıkları bu beldeyi, yine İslam olarak ebediyete taşımaktı.
İçinde yaşadığımız bu şehri, kanları ile satın alarak bize hediye eden şehitlerimizin elbette üzerimizde hakları vardır. Ve bu haklarda, sadece onların kahramanlıklarını yad ederek, onlarla kuru kuruya övünerek ödenemez. Bu haklar, ancak onların uğruna seve seve canlarını feda ettikleri ve bizlere emanet ettikleri mukaddes değerleri korumak ve yüceltmekle ödenebilir. Bu değerleri korumak ve yüceltmek ise; Farabi’nin tabiriyle Antep’imizi Medinetül Fazıla; yani İçinde yaşayan insanların saadet ve huzuru elde etmek için her alanda yardımlaştıkları bir şehir haline getirmekle olur.
Özetle Gaziantep’imizi
Zengini, komşusu açken kendisi tok gezmeyen… Esnafı; eksik ölçüp, noksan tartmayan… Tüccarı; doğruluktan şaşmayan… Çiftçisi; bismillah ile eken, elhamdulillah ile biçen… İşvereni; işçisinin hakkını alın teri kurumadan veren… İşçisi; aldığı parayı hak ettiren… Erkeği; yuvasına sadık ve vakarlı… Kadını; iffetli ve hayalı… Gençleri; ahlaklı ve imanlı… Al bayrağın gölgesinde yaşayan her ferdi; dinini, vatanını, milletini namusunu korumak için her an şehadete hazır bekleyen bir şehir haline getirirsek, şehitlerimiz bize hakkını helal edecek, Allah c.c. ve Resulu s.a.v bizden razı olacaktır.
Şehitlerimizi rahmet , gazilerimizi şükranla yad ederken, yeryüzünde tek Gazilik ünvanı taşıyan bu şehre, bir daha böyle kara günler yaşatmamasını Cenab-ı Allah c.c. den niyaz ediyorum…
Mehmet KARAOĞLAN
BİZE ANTEPLİ DERLER...
Dostluksa eğer gelişin