Adana ve Çevresinde Gelenek ve Görenekler
Ayşe Başçetinçelik
Halkbilim Uzmanı, Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü.
Toplumsal yaşamda bireyler ve topluluklar arasındaki ilişkileri düzenleyen yasal ve dinsel yaptırımlardan başka bir de sosyal yaptırımlar vardır. Bunlar, toplum yaşamında varlıklarını sürdüren, yazılı olmayan, ancak o toplumda yaşayan bireylerce uyulması gereken kısaca gelenekler ve görenekler diye de adlandırabileceğimiz örf, âdet, teamül, anane, gelenek,. görenek ve modadan oluşan sosyal normlardır. Bunlar, yaptırım güçleriyle, kimi zaman zorlayıcı ve kı-nayıcı kimi zaman da özendirici ve ödüllendirici tepkileri ile toplumda bireyler üzerinde baskı kurarlar. Birey içinde yaşadığı toplumda bunlara uyduğunda çevresi tarafından onaylanacağını, uymadığında ise kınanacağım veya cezalandırılacağını bilir (1).
Geçmişten günümüze kadar gelen, kuşaktan kuşağa aktarılan gelenek ve görenekler halk kültürü bakımından zengin bir coğrafyaya sahip ülkemizde bölgelere göre çeşitlilik gösterir. Binlerce yıllık geçmişi olan Çukurova da halk kültürü bakımından oldukça zengin bir bölgemizdir. Çukurova kültürü, içerisinde, Hititlerden Kilikyalılara, Roma ve Bizans döneminden Araplara, daha sonra da Türklere kadar uzanan zengin motifler barındırır (2).
Çukurova bölgesinin hem ekonomik hem de kentsel merkezi konumunda olan Adana son yıllarda hızlı değişim yaşayan illerimizden biridir. Bu değişim ve gelişim Adana halk kültüründe de yansımasını bulmuştur.
Adana halk kültürünün oluşmasında ve gelişmesinde, Adana'nın coğrafi özellikleri, konumu ve nüfus yoğunluğu etkili olmuştur. Adana ve çevre halkı, dağ köylerinde, yaylalarda, ovada ve deniz kıyısında olmak üzere dört farklı bölgede yaşamlarını sürdürmektedir. Bu farklı bölgelerde sürdürülen yaşam tarzları nedeniyle, Adana halk kültürü de çeşitlilik ve zenginlik gösterir. Dağlardan ovaya doğru inildikçe geleneksel kültürde var olan davranış kalıpları, tıpkı giysilerde olduğu gibi değişir, çeşitlenir. Dağ köylerinde yaptırım gücü yüksek olan bir davranış kalıbının, ovaya doğru inildikçe gevşediği, esnediği ve gücünü kaybettiği görülür. Son yıllardaki hızlı nüfus artışı ve göç halk kültüründe de değişime neden olmuştur (3).
Bir bölgenin veya bir yörenin insanını tanımamızda oradaki gelenekler ve görenekler bize yardımcı olurlar. Gelenek ve göreneklerin yoğun olarak yaşandığı dönemler vardır. Bunlar halk kültüründe geçiş dönemleri diye adlandırılan doğum, evlenme ve ölüm dönemleridir. Bireyin en hassas olduğuna inanılan bu dönemlerde, onu çeşitli tehlikelerden korumak, onu yeni dönemine hazırlamak için birtakım âdet ve inanmalar uygulanır.
Adana ve çevresindeki geçiş dönemlerinde uygulanan âdet ve inanmalar Adana halk kültürü içerisinde geniş yer tutar.
DOĞUM
Yaşamın başlangıcı olarak kabul edilen doğum, Adana ve çevresinde doğum öncesinden başlayıp doğum sonuna kadar uzanan bir dönemde, yüzlerce âdet ve inanmanın uygulandığı bir dönemdir. Doktora gitmeyen veya gidemeyen, çocuğu olmayan kadın, gebe kalabilmek için çeşitli yollara başvurur. Bunlardan biri de "ara ebe" ya da "aralık ebesi" adı verilen eli işe yatkın kadınların hazırladığı otlardan yapılmış ilaçlardan yararlanmadır. Çoban Dede diye anılan, şehir merkezinde bulunan bir türbe de çocuk sahibi olmak isteyen kadınların sıkça ziyaret ettiği yerlerden biridir.
Doğacak çocuğun yaşaması için, kadın daha hamileyken yatırlara, türbelere gider ve adaklarda bulunur. Çocuk doğduktan sonra yedi yıl çocuğu başkalarından giydirir, yedi yıl saçını kesmez ya da yedi yıl çocuk için kurban keser. Çocuğu yaşamayan kadına "tıbıkalı" denir. Bu kadınların lohusayı ziyaret etmesi istenmez. Aşeren kadına "yerginliği var" denir. Doğacak çocuğun cinsiyetini öğrenmek için, çiğ bir koyun kellesinin çenesi, niyet tutularak ayrılır; çene kemiğinde et kalırsa doğacak çocuğun kız, et kalmaz cavlak olursa oğlan olacağına inanılır (26). Bir sonraki çocuğun cinsiyetinin farklı olmasını sağlamak için doğumdan sonra çocuğun eşi ters yüz edilir (34). Kelle yiyen gebe kadının çocuğunun sümüklü olacağına inanılır (33).
Doğumun kolay olması için Meryem Ana Eli otu doğum odasında ıslatılır. O açıldıkça doğumun kolaylaşacağına inanılır (18). Doğum sancısı çeken kadına, doğum kolay olsun diye kocasının ayakkabısından su içirilir (12).
Çocuk doğduktan sonra, taş gibi güçlü olsun diye ağzına taş konur (18). Çocuk pişik olmasın, teni kokmasın diye tuzlanır. Çocuk tatlı olsun diye, tuzlamanın ardından vücuduna bal sürülür (17). Çocuğu ilk yıkayan ona giysi alır. Çocuğun gözlerine sürme çekilir (30). Çocuk yıkandıktan sonra koltuk altlarına, boynuna reyhan tozu sürülür. Çocuğun göbeği düştükten sonra düşen göbek, okuması için, okulun duvarına; imanlı olması için, cami duvarına; çeyizinin bol olması için, sandığa konur. Ayrıca, göbeğin yüksek binaların üstüne atılmasıyla, çocuğun istikbalinin yüksek olacağına inanılır (34-36).
Doğum yapan kadın, kırkı çıkıncaya kadar başına kırmızı tülbent bağlar. Lohusaya yağlı ballı pekmezli bulamaç, közde pişirilmiş ciğer-soğan yedirilir (18). Çocuğa ilk süt üç ezandan sonra verilir, böylece çocuğun sabırlı olmayı öğreneceğine inanılır. Anne ve çocuğu kötü etkilerden korumak için, ilk kırk gün çeşitli önlemler alınır. Al basmasın diye, lohusamn baş ucuna ayna, tarak, iğne batırılmış soğan, Kur'an konur (22). Anne ve çocuğun altına bıçak konur (39). Odada sarımsak bulundurulur. Kapının arkasına satır, karyolanın altına süpürge konur (32). Aynalar kırmızı bezle kapatılır (36). Yatağın çevresi kıl iple çevrilir (40). Kapıya al bağlanır (37); dikenli çalı asılır (22). Odaya bir kap içinde su konur (22). Odada "ocaklı" diye bilinen erkeğin gömleği bulundurulur (15). Çocuğun başının altına ekmek ufakları konur (17). Kırk basmasından korunmak için; yeni doğanın yüzü herkese gösterilmez. İki kırklı karşılaşınca iğne değiştirirler (23). Çocuğu kırk basmasın diye, çocuğun ilk kakalı bezi odanın eşiğine konur (14). Adetli kadınların ve tıbıkalı kadınların lohusayı ve bebeği ziyaret etmesi istenmez. Bu durumda çocuğun yüzünde yaralar çıkacağına veya anne ve çocuğa bir kötülük geleceğin inanılır.
Adana ve çevresinde, anne ve çocuk yedinci, yirminci ve kırkıncı günlerde kırklama adı ile yıkanır. Yıkama suyu içine altın, taş, çiçekler ve yapraklar atılır. Böylece çocuğun altın gibi değerli, taş gibi güçlü, çiçekler gibi güzel kokulu olacağına inanılır. Kırkıncı günü yapılan kırklama suyunda ise; kırk taş, kırk yaprak veya kırk çeşit çiçek mutlaka konulur. Bazı çevrelerde kırklama farklı bir şekilde uygulanmaktadır. Kırkıncı gün; evde bulunan bütün tabak-çanak, yatak-yorgan yıkanır, lohusa ve çocuk da yıkanır, ayrıca bir kırklama suyu yapılmaz. Lohusayı daha önce ziyarete gelenler de kırkıncı günde banyo yaparlar (30).
Çocuk, doğumdan sonra yaşına kadar çok hastalanırsa "adını yükleyemedi" denir ve çocuğun adı değiştirilir. "Ali" adının çok kullanıldığı çevrelerde, bu adı taşımanın çok zor olduğu, bu kişinin heyecanlı ve sinirli olacağı düşünülür. Kırkından sonra ilk gezmeye çıkışa "kırk uçurtma" denir. Çocuğun ömrü uzun olsun diye, kırkıncı günü uzak bir yere götürülür (19). Doğumdan sonra bir türlü gelişemeyen, cılız ve hastalıklı çocuğa "aydaş çocuk" denir. Aydaş çocuğun tedavisinde ocaklı birinden veya çocukluğunda aydaş olup da daha sonra sağlıklı olan kişilerden yararlanılır. Aydaş çocuk yaşlı bir ağacın arasından geçirilir, üç hafta tuz ile tartılır. Kurt ağzının iskeletinden geçirilir (16). Ocaklı bir kimsenin koynundan geçirilir (15). Dört yol ağzına kazan kurulur, sembolik bir aş olan "aydaş aşı" pişirilir (13). Çocuk mezarlığa götürülür, orada ocaklı birinin koynundan geçirilir. Mezarlığa gelenlerin beraberinde getirdiği bulgurla eve dönünce pilav pişirilir ve topluca yenilir (46).
EVLENME
Bireyin yaşamındaki geçiş dönemlerinden biri de evlenmedir. Adana ve çevresinde, görücü usulü, anlaşarak, beşik kertme, levirat (kocası ölen kadının ka-ymbiraderiyle evlendirilmesi), kız kaçırma ve akraba evliliklerine rastlanır. Özellikle kız kaçırma ve akraba evlilikleri bölgede dikkati çekecek kadar çoktur. Evlenemeyen gençler, kısmetlerinin açılması için çeşitli yollara baş vururlar. Bunlardan bazıları, hocalara giderek kilit açtırma, muska yazdırma, dört yol ağzında çeyiz açmadır (4).
Kız istemeye giderken "ağzı laf yapan", "ağzı lafa yakışacak" kişilerle gidilir. İlk istemede kız verilmez. Ancak, ikinci veya üçüncü istemeden sonra kız verilir. Kız verilince iki aile arasında "küçük tatlı", "ağız tatlısı" yenir. Bu arada kıza alınacak takılar, eve alınacak eşyalar, başlık veya anaya verilecek süt hakkı konuşulur. Eskiden "yedi hacet" adı verilen; bir çift Adana burması bilezik, yüzük, küpe, elbise-ayakka-bı-giyecekler, başlık parası, halı-kilim, yatak-yor-gandan oluşan eşya, takılar ve başlık parasının oğlan tarafından verilmesi kesin kuraldı (52). Bugün bu adla anılmasa da, yine de bunların çoğu yerine getirilmektedir. Daha sonra eş dost ve akrabaların katılımıyla eğlencenin de olduğu büyük tatlı yapılır. Büyük tatlı töreni yapanlardan çoğu nişan yapmaz. Gerek büyük tatlıda gerekse nişanda atkı, atkın ya da kırkım adı verilen takı ve hediye merasimi yapılır.
Adana ve çevresinde, söz, nişan ve düğünde yapılan bütün masraflar oğlan evi tarafından karşılanır. Kız tarafı ise, kızına çeyiz verir, isterse takı takar. Kız tarafının yapacağı yatağın, yorganın ve yastıkların pamuğunu oğlan evi gönderir. Düğüne davet okuntuyla yapılır. Okuntu davet edilecek kişinin ağırlığına göre; kibrit, çay bardağı, mendil, çorap, gömlek ve elbiselikten oluşur. Oğlan tarafı kız tarafının da dağıtacağı okuntulukları alır ve kız evine verir. Düğün yemekleri; yüksük çorbası, ekşili köfte, davul aşı (etli dövme pilavı), etli kuru fasulye, pilav, patlıcan dolması veya yaprak sarmasından oluşur.
Düğün, pazartesi veya perşembe günü oğlan evine bayrak dikimiyle başlar. Bayrağın ucuna ayna, soğan, portakal takılır. Pazar günü gelinin gelmesi ve bayrağın indirilmesiyle düğün sona erer. Pazartesi günü de duvak yapılır. Bayrak, gerdek gecesi damat veya sağdıç tarafından, aynaya nişan alındıktan ve aynanın kırılmasından sonra indirilir.
Köylerde yapılan bazı düğünler kesimlidir. "Kesimli düğüri'lerde, davulcular gelen konukları karşılar, konuğun ikramını yapar, konuğun önünde çeşitli figürler yaparak ondan para alır. Konuklar "saba", "çaba" adı ile anılan bu parayı düğün sahibine verilmek üzere davulculara bırakırlar. Bu tür düğünlerde, düğünü yönlendiren, çoğunlukla akrabadan biri olan ve "abdal ağası" adı verilen kişidir.
Düğünün başladığı gün veya ertesi gün, kız evinden alınan çeyiz oğlan evine götürülür. Kız evinden çeyiz çıkarılmadan önce, çeyizde bulunanların tümü tek tek bir kâğıda yazılarak çeyiz senedi hazırlanır (18). Çeyiz senedi taraflar ve şahitler tarafından imzalanır, muhtar tarafından mühürlenir. Daha sonra, kırmızı kurdelelerle bağlanmış yorganlar, yataklar, yastıklar, mutfak eşyaları, beyaz eşyalar görülecek şekilde üzerinde bayrak asılı kamyona yerleştirilir. Halılar kamyonun yan taraflarından sarkıtılır, davul zurna eşliğinde Baraj'a gidilir, çeyiz sudan geçirilir. Çeyizi götürenler ve almaya gelenler burada oyunlar oynayıp, halaylar çekerler.
Şehirdeki düğünlerde gelin hamamı geleneğine rastlanır. Hamam tasları ve zılgıtlar eşliğinde, hamamda geline kına yakılır. Hamama gidenlerin her biri gelini yıkar, türküler söylenir, oyunlar oynanır. Hamamda konuklara kebap veya kısır, meyve ve içecek ikram edilir.
Adana ve çevresinde kına gecesi törenleri, ekonomik ve kültürel değişime bağlı olarak, eskiye oranla küçülmüştür. Eskiden, âşıklarla türküler söylenerek kız evine gelen kmacılara, kız evi tarafından çeşitli oyunlarla zorluklar çıkarılırdı. Kınacı, et satırı veya balta, telis çuvalı parçası, eskimiş süpürge ve ayna olarak da ekmek sacı ile sözde "tıraş" edilir, oyunlar çıkarılır, gelenlere bilmeceler sorulur, bilemeyen kı-nacı ağaca asılır ya da cezadan kurtulmak için para verirdi (48). Akşam dışarıda ateş yakılır, ateşin ebesi ateşe yaklaşmak isteyenlerle mücadele eder, bu arada herkes ebeyi düşürmeye çalışırdı (51). Ateşin etrafında oyunlar oynanır, halaylar çekilir, âşıklar türküler söyler, atışmalar yapardı (47). Gelinin yengesi ile damadın yengesi oyunlar çıkarır, tazı-tavşan oyununu oynarlardı (49).
Günümüzde köy düğünlerindeki kına gecesi törenlerinde, az da olsa bu geleneklere rastlıyoruz. Kına gecesi, cumartesi günü veya gecesinde yapılır. Oğlan evi kızın giyeceğini, kınasını, çerezi ve mumları, kına davarıyla birlikte davul zurna eşliğinde kız evine getirir (23). Kız evine gelirken, yolda, kız evi tarafından hazırlanmış çeşitli oyunlarla ve zorluklarla karşılanır. Kına, gelinin yengeleri veya bahtı açılmamış bir kız tarafından yoğrulur. Köfte şekline getirilen kınalar tepsiye dizilir. Üstlerine mumlar dikilir, mevsim çiçekleri serpilir. Genç kızlar kına tepsisini, kına türküleri eşliğinde, başları üstünde ortaya getirirler. Tepsi başlarında, gelinin etrafında oynarlar. Gelin oturtulur, başına kırmızı şifon örtülür, kına türküleriyle övülür, geline öğütler verilir. Gelin ne kadar çok ağlarsa, o yıl o kadar bereket olacağına inanılır. Gelinin başı üstünde "kelle şeker" kırılır. Gençler şekeri kapışırlar. Şekerden bir parça ayrılır, gerdek gecesi bununla gelin ve damat için şerbet hazırlanır. Gelin oyuna kaldırılır. Daha sonra geline kına yakılır. Gelinin avcuna kına yakılırken para konur. Tepsideki kınalar, gençler tarafından kısmetlerinin açılması için kapışılır. Oğlan evinde de kına yapılır. Buradaki kına, gece geç saatlere kadar sürer. Güreşler tutulur, ateşler yakılır, oyunlar oynanır, yüzük yarışı yapılır (50). Damadın serçe parmağına kına yakılır. Erkeklerden biri kadın kılığına girer, çeşitli muziplikler yapar, eğlenirler (7).
Kınadan sonra kırkım töreni başlar. Kırkım ya da atkın adı verilen bu tören, nişanda ve kına gecesinde kız evinde, gelinin oğlan evine geldiği gün de oğlan evinde yapılmaktadır. Kız ile oğlan masanın başına getirilir. Koluna bir yazma veya havlu bağlanmış bir erkek "atkın"ın ya da "kırkım"ın başladığını ilan eder. Oğlan tarafının en yakmıyla atkın başlar. Sonra, kız tarafına sıra gelir. Parayı atan veya hediyeyi veren kişinin adı yüksek sesle oradaki topluluğa duyurulur. Nişanda ve kınadaki kırkımda, daha ziyade mutfak eşyaları ve para verilmekte, toplanan para ile kızın çeyizinin eksikleri tamamlanmaktadır. Oğlan evinde yapılan kırkımda ise, daha çok para armağanı yapılmaktadır.
Düğünün son günü gelin alma veya gelin çıkarma günüdür. Oğlan tarafı gelin almaya süslenmiş arabalarla ve davullarla gider. Eskiden gelin atla götürülürdü. Gelinin bineceği at, çevrenin en gözde atı olurdu. Atın başı kız tarafının hazırladığı şifon ve peşkirlerle süslenirdi. Kızın dokuduğu nakışlı heybe atın üstüne atılırdı. Gelinin ve atın başına ayna takılırdı. Gelinin evinden çeyizler develere yüklenir, develer gelin alayı ile birlikte giderdi. Develere takılan çanlar devenin yürüyüşünün ahengiyle çalardı8. Gelin alayı yolda giderken, kız evi tarafının hazırladığı çeşitli oyunlar ve zorluklarla karşılaşır. Tıpkı kınada olduğu gibi gelin alma gününde de oğlan evi epeyce zorlanır. Bahşiş almadan geçmelerine izin verilmez. Gelen oğlan evi, gelin çıkıncaya kadar oyunlar oynar, halaylar çekerler. Kızın akrabaları, kızı öven veya ona öğütler veren türküler söylerler. Erkek kardeşler kıza "kuşak" bağlar. Gelin ana babası ve kardeşleriyle vedalaştıktan sonra ana evinden uğurlamr.
Bu arada, oğlan evinden gelini almaya gelen yakınları, yeni evlilerin muratları olsun diye, kız evinden çiçek çalar. Evlilikleri uzun ömürlü olsun diye, bakır kap çalar (14). Kız kısmetini de beraberinde götürsün diye bir tabak bir kaşık çalar (11). Kız gittiği eve çivi gibi bağlansın diye çivi çalar (5). Kız tarafı, gelinin gittiği evde kısmeti bol olsun diye, eline bir parça ekmek verir (14).
Gelin oğlan evine gelince arabadan hemen inmez. Arabanın üstüne bir tepsi konur ve "kırkım" başlar. Önce kaympeder"mdî'nwe/îF verir; indirmelik bağ, bahçe, hayvan olabilir. Ardından oğlan evinin yakınları para veya altın verirler. Gelin arabadan iner. Kaynana ve kayınpeder çekilmekte olan halaya katılırlar. Kaynana, gelinin başına arpa, leblebi, kuru üzüm, bozuk para atar. Gelin evin eşiğine gelince eline verilen bardak veya şişe veya testiyi kırar. Böylece gelinin kalp kırmayacağına(42), evliliğinin dağılmayacağına (35) inanılır. Yağ-bal sürülmüş yaprağı veya mayalı hamuru kapıya yarım yarım, içeriye kaynananın kolunun altından girer (23). Yanına bir kız bir erkek çocuk getirilir. Bunlar, oklava ile gelinin duvağını açarlar (13). Gelinle damat odaya girer, getirilen şerbeti yarım yarım içerler. Dışarıda oyunlar devam eder.
Gerdekten önce özne övme yapılır. Bekâr arkadaşları damadı alır, gezdirir, eğlendirirler. Sağdıçlar damadı ortaya alır, boyunu poşunu mertliğini manilerle överler. Çeşitli oyun ve şakalarla damat giydirilir. Daha sonra, türküler söyleyerek, manilerle eve getirilir, sırtı yumruklanarak içeriye sokulur.
Gerdeğin ertesi günü duvak günüdür. Bu günde duvak mevlidi okunur. "Çarşaf günü", "çarşaf mevlidi" olarak da anılır. Köylerde duvak günü öğle öncesinde toplanılır. Konuklara bu gün için kesilen davardan öğle yemeği ikram edilir. Kasaba ve şehirlerde, öğleden sonra toplanılır, gelenlere bisküvi-lokum-pasta ikramı yapılır. Son zamanlarda, özellikle şehir merkezinde, duvak, düğünün üçüncü günü yapılmaktadır. Duvak gününe kadınlar çağrılır, bu günde yaygın olarak mevlit okutulur. Mevlidin ardından, kızın oğlan evi bireyleri için getirdiği bohçalar konuklara gösterilir ve sahiplerine verilir. Kaynana gelinin kendisi için hazırladığı mindere oturtularak, kaynana bohçasından giydirilir. Duvağa gelenler gelinin evini gezerler, daha önce hediye getiremeyenler, hediyelerini bugün getirirler. Duvakta, gelen konuklara boncuklu tülbent verilir.
Duvak gününde de çeşitli davranış kalıplan görülür. Bunlardan bazıları: Gelinin başına duvağı örtülür. Bu duvağı, bir oğlan ve bir kız çocuğu alıp, kaçırır, damattan bahşiş alır (19). Ortaya bir yastık konur. Gelin yastığın etrafında üç kez döndürülür. Yönü kıbleye çevrilir, diz çöktürülür (14). Mevlitten önce, ortada bir sehpa üzerine, tuz, şeker, gül suyu ve şerbet konur. Mevlit bittikten sonra, okunmuş tuz ve şeker gelin tarafından tadılır, sonra bu tuz ve şeker, gelinin evdeki tuz ve şekerinin içine eklenir. Ardından, gelin, bir dilek tutar ve sehpayı üç kez salavat getirerek kaldırır (31). Eskiden, duvak günü gelin, sabah erkenden kalkar, düğünde kesilen davarların paçalanyla paça çorbası pişirir, gelen konuklara bu çorbadan ikram edilirdi (43).
ÖLÜM
Halk kültüründeki geçiş dönemlerinden biri de ölümdür. Adana ve çevresinde ölümle ilgili gelenek ve görenekleri; ölümden kaçınmak için uygulanan davranışlar, ölüm olayı çevresinde uygulananlar ve ölenin ardında kalanların uyguladıkları davranışlar olmak üzere, ölüm etrafında kümelenmiş olarak görmek mümkündür.
Ölüm çevresinde uygulanan âdet ve inanmalarda, dinsel yönü ağır basan pratikler yanında, büyüsel pratiklerin de yoğun bir şekilde yer aldığı görülür. Rüyaların, birtakım nesnelerin ve bazı hayvanların ölümü çağırdığı düşünülür. Bu düşünceyle, ölümü uzaklaştırmak için ölümden kaçınma davranışlarında bulunulur.
Bir evin bahçesinde köpeğin uluması veya baykuşun ötmesi uğursuzluk kabul edilir. Rüyada ev yıkımı görülürse (20), gelinlik giyilirse (36), çıplak biri görülürse (21), mezarlık veya tabut görülürse (38), çokça odun ve kazan görülürse (14) ölüm olacağı düşünülür. Ayakkabının ayaktan çıkarılırken ters düşmesi (6), ikindiden sonra komşuya un, tuz, süt ve kazan verilmesi (24) iyi kabul edilmez.
Bir ölüm olayının ardından uygulanan bazı âdetler de, başka bir ölümün olmaması içindir. Cenaze yıkanırken çoluk çocuk uyandırılır. Cenaze için ısıtılan suyun kazanı ters çevrilir. Küçük çocuklar cenazenin ardında kalmasın diye, cenazenin önünden geçirilir (9, 10). Cenazenin yıkandığı yere, içinde oklava olan bir ibrik konur (14). Cenaze evden çıktıktan donra bir tabak içinde, bulgur-soğan ve yağ "rızkı da beraber gitsin" diye, bir fakire verilir. Cenaze evden çıkarken ardından oklava atılır (9). Cenazenin ardından, ev temizlenir, süpürülür. Yatağı sökülür, yıkanır, havalandırılır. Evde yedi türlü baharat, üzerlik, buhur tüttürülür (44).
Hastanın öleceğinin anlaşılmasıyla birlikte, çevresinde bulunanlar birtakım dinsel işlemleri uygulamaya başlarlar, tslami usullere göre yapılan bu işlemlerle, hastanın öte dünyaya imanlı gideceğine inanılır.
Cenazenin, zorunluluklar dışında, bekletilmesi iyi karşılanmaz. Bir an önce gömülmesi gerekir. Böylece ölenin de ruhunun rahat edeceğine inanılır. Akşam ölen gömülmez, "yer mühürlendi" denir (45). Cenaze suyu içine gül, reyhan, murt dalı, portakal yaprağı, mantuvar çiçeği atılır (44). Cenaze yıkanırken başının altına murt dallan konur. Bu dalların yaprakları orada bulunanlara dağıtılır, dua okurlar. Okunmuş yapraklar, çörek otuyla birlikte kefenin içine atılır. Gelinin evlenirken kesilen, daha sonra sandıkta saklanan "kâkül"ü varsa o da kefenin içine konur (28). Kefen gül suyu ile ıslatılır, "günlük" yakılarak tütsülenir. Kefen ölünün yıkanacağı yere kadar el üstünde götürülür (44). Kefenlemeden önce cenazenin yakınları çağrılır, el öptürülür (24-41). Kefenden artan parça, bir fakire ya da çocuğu olmayan bir kadına verilir (44). Kefenleme işlemi sırasında etrafta üzerlik tüttürülür (25). Bazı çevrelerde, kefenin içine taze çiçekler konur, ölünün başı çiçeklerle örtülür (41).
Ölü yıkama işlemi köylerde ve kasabalarda kapalı bir alanda, şehir merkezinde ise mezarlıkta yapılmaktadır. Cenaze namazı da gelen cemaatla birlikte mezarlıkta kılınmaktadır. Ölü toprağa konulduktan sonra, gözü arkada kalmasın, dünyadan doyumlu gitsin diye (36) yüzüne toprak atılır, ağzına toprak konur. Ölen kişi kadınsa mezarın başına kırmızı yağlık, erkekse beyaz şifon, askerse bayrak bağlanır. Ölen genç kızsa, mezarın üstüne çeyizinden bir bohça konur (44).
Ölü mezara konduktan sonra uygulanan pek çok âdet ve inanma da bulunmaktadır. Bunlarda amaç; ölünün öte dünyada rahat etmesi, günahlarından arınması, geride kalanları tedirgin etmemesi ile birlikte, kalanların acılarının hafifletilmesi ve bu duruma alışmalarının sağlanmasıdır. Bunun için, ölünün gömüldüğü gün ölü evine "kazma-kürek yemeği" denilen yemek, komşular tarafından getirilir (14). Ölü evinde yemek pişmez, yedi gün yemeği komşular getirir. Baş sağlığı dileğine gelenler lokum, çay, şeker, bisküvi, kolonya getirirler. Gelenlere lokum ikram edilir. Ölü evinde, ölünün üçüncü günü helva yapılır, yedinci günü "yedi yemeği" hazırlanır (23). Ölü için verilen yemek, cenaze sahibinin ekonomik durumuna göre, pilav-hoşaf, haşlama et-yufka, dövme pilavı-kuru fasulye, lahma-cun-tatlıdan oluşmaktadır. Kırkıncı ve elli ikinci günlerde de kimileri helva veya aşure yaparak dağıtmaktadır.
Ölenin ardından giysileri, çarşafları ve çamaşırları yakınları tarafından yıkanarak bir fakire verilir. İhtiyacı olanların alması için ölenin ayakkabıları ve giysileri dört yol ağzına bırakılır (44). Ölenin en yeni giysisi, gözü arkada kalmasın diye, mezarının üstüne bırakılır.
Adana ve çevresinde ölenin ardından "ağıt yakma" geleneğine rastlanır. Köylerde bu işi ağıtçı kadınlar yapar. Ağıtçı kadın cenaze evinde, ölenin giysilerini odadakilere göstererek, ölenin iyiliklerini, güzelliğini, yiğitliğini anlatarak maniler söyler, etraftakileri ağlatır.
Sonuç olarak, Adana ve çevresi, halk kültürü bakımından oldukça zengin motifler taşır. Bu motifler geçmişten günümüze değin çeşitli kültürlerin de etkisiyle çeşitlenmiş, zenginleşmiştir. Bölgenin son yıllarda yaşadığı hızlı toplumsal değişme ve gelişme geleneksel kültürdeki değişimi de başlatmıştır. Kırsal kesimden kente doğru gidildikçe giyim kuşamda görülen değişim, geleneklerde ve göreneklerde yansımasını bulmuştur, insan yaşamının geçiş dönemlerinde uygulanan davranış kalıpları da, zaman içerisinde biçim değiştirmiş; düğünlerin süresi kısalmış, çeyizlerin türleri değişmiştir. Artık, hamile bir kadın doğacak çocuğunun cinsiyetini öğrenmek istediğinde, en yakın sağlık kuruluşuna veya hastaneye giderek ultrason aygıtından yararlanabilmektedir. Ancak, gelişen teknolojiye ve değişen yaşam koşullarına rağmen halk kültüründeki gelenek ve görenekler, dün olduğu gibi bugün ve yarın da halkın yaşamında varlıklarını sürdüreceklerdir.
KAYNAKLAR
1 Sedat Veyis Örnek, Türk Halkbilimi, Kültür Bakanlığı Yay. 1629, 1995, Ankara.
2 Anabritannica, "Adana Mad." , C. I, Ana Yayıncılık ve Encyclopaedia Britannica, 1988, İstanbul.
3 Ayşe Başçetinçelik, Adana Halk Kültüründe Geçiş Dönemleri Do-ğum-Evlenme-ÖIüm, Ç. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), 1998, Adana.
4 Ayşe Başçetinçelik, "Adana Halk Kültüründe Kısmet Açma", 3. Uluslar Arası Çukurova Halk Kültürü Bilgi Şöleni, Bildiriler, Adana Va-liliği-Çukurova Üniversitesi, 1999, Adana.
Aşağıdaki sözlü kaynaklarda; kaynak adı ve soyadı, yaşı, doğum yeri, öğrenim durumu, mesleği, oturduğu yer sıralamasıyla verilmiştir:
5 Fatma Çınar, 50 yaş, Adana, okumamış, ev hanımı, Adana.
6 Serdar Semercioğlu, 32 yaş, Kadirli, lise, işçi, Adana.
7 Nilüfer Kavalcı, 20 yaş, Bahçe, yüksekokul, öğrenci, Adana.
8 Mustafa Nazik, 49 yaş, Karaisalı/ Çatalan, yüksekokul, emekli öğretmen, Çatalan.
9 Muharrem Atal, 63 yaş, Karaisalı/ Sarıkonak, okumamış, çiftçi, Çatalan.
10 Abdullah Atal, 49 yaş, Karaisalı/Çatalan, İlkokul, şoför, Adana
11 Zekeriya Tunçdemir, 49 yaş, Karaisalı/ Çatalan, ilkokul, çiftçi, Çatalan.
12 Gülcan Güldan,28 yaş,Adana .okumamış, ev hanımı. Adana.
13 Gülbeyaz.Yağlı, İmamoğlu, okumamış, ev hanımı, Adana.
14 Emine Polat, 40 yaş, Kadirli/ Köseli, ilkokul, ev hanımı, Adana.
15 Menekşe Kazgan, 42 yaş, Yumurtalık, ilkokul, ev hanımı, Adana.
16 Sevim Güllü, 57 yaş, Adana/Karaömerli, ilkokul, ev hanımı, Adana/ Karaömerli.
17 Ayşe Demirci, 25 yaş, Kozan, lise, memur, Adana, 1997.
18 Gülfidan Bolat, 50 yaş, Karaisalı/Aktaş, okumamış, ev hanımı, Karaisalı.
19 Hayırlı Özkan, 40 yaş, Karataş/ Tuzla , lise, emekli, Adana.
20 Şükran Yarıkkaya, 35 yaş, Kadirli, ilkokul, ev hanımı, Adana.
21 Makbule Karagöz, 71 yaş, Adana, ilkokul, ev hanımı, Adana.
22 Yüksel Bozdoğan, 59 yaş, Karataş/ Sırmsı, okumamış, ev hanımı, Adana.
23 Güngör Kabaklı, 57 yaş,Feke/ Tapan, ilkokul, ev hanımı, Kozan.
24 Mehmet Kasap, 25 yaş, Karaisalı, lise, memur, Karaisalı.
25 Selahattin Şimşek, 31 yaş, Karaisalı, lise, memur, Karaisalı.
26 Nazife Erzin, 48 yaş, Kozan, ilkokul, ev hanımı, Adana.
27 Yüksel Erzin,26 yaş, Ceyhan, ilkokul, ev hanımı, Adana.
28 Hamide Çopuroğlu, 85 yaş, Karaisalı/ Aşağıyörükler, okumamış, ev hanımı, Karaisalı.
29 Elif Değirmenci, 32 yaş, Kozan/ Kuyubeli, ilkokul, işçi, Adana.
30 Fevziye Akyüz, 71 yaş, Adana, ilkokul, ev hanımı, Adana.
31 Refiye Aktaş, 36 yaş, Kozan/ Akçalıuşağı, ilkokul, ev kadını, Adana.
32 Ayşe Kuzucu, 66 yaş, Adana, ilkokul, ev hanımı, Adana.
33 Şerife Süngü, 77 yaş, Tufanbeyli/Akpınar, okumamış, ev hanımı, Adana.
34 Hatice İlek, 70 yaş, Kozan/ Akçalıuşağı, okumamış, ev hanımı, Adana.
35 tclal Kalay, 59 yaş, Kadirli, ilkokul, ev hanımı, Adana.
36 Semiha Zöhre, 56 yaş, Adana, ilkokul, ev hanımı, Adana.
37 Adviye Sivriselvi, 59 yaş, Niğde, okumamış, ev hanımı, Adana.
38 Yasemin Başçı, 58 yaş, Karataş, okumamış, ev hanımı, Adana.
39 Meryem Cüdan, 38 yaş, Karataş, ilkokul, ev hanımı, Adana.
40 Fazilet Çopuroğlu, 40 yaş, Karaisalı/ Başgıf, ilkokul, ev hanımı, Karaisalı.
41 Muna Yüceol Özezen, 25 yaş, Adana, üniversite, öğretim görevlisi, Adana.
42 Cihan Yaşar, 40 yaş, Kozan, ortaokul, ev hanımı, Adana.
43 Cennet Kurupmar, 39 yaş, Kadirli, okumamış, işçi, Adana.
44 Fatma Ketre, 60 yaş, Adana, okumamış, ev hanımı, Adana.
45 Sebiha Yıldız, 65 yaş, Yumurtalık/Ayvalık, okumamış, ev hanımı, Adana.
46 Mustafa Sakatoğlu, 45 yaş, Ceyhan, ilkokul, şoför, Adana.
47 Halil Uzunoğlu, Göksayır/ Tabaklar Köyü öğretmeni.
48 Atalay Koca, Pozantı/ Yağlıtaş Köyü öğretmeni.
49 Mustafa Kösem, Osmaniye/Aladağ/ Değirmenocağı Köyü öğretmeni.
50 Mustafa Kurt, Aladağ/ Dölekli Köyü öğretmeni.
51 Fatih Gülnar, Adana/ Çotlı Köyü öğretmeni.
52 Hanifı Can-Halil Türkmenoğlu, Kadirli/Aslantaş Köyü öğretmenleri.
http://turkoloji.cu.edu.tr/CUKUROVA/makaleler/28.php
|