Konya Efsaneleri..
Alaeddin Tepesi Efsanesi:
Konya Selçukluların başkenti iken Sultan Alaeddin bir cami yaptırmak istedi, bunun için şehrin meclisi şehrin ortasında bir tepe meydana getirilmesinin ve bu tepenin üzerine camiin yapılmasını kararlaştırdı. Bu maksatla bir toprak vergisi kondu. Herkesin hissesine düşen toprağı çuval ve torbalarla getirmesi suretiyle meydana geldi. Camiin inşasına başlandı. Bir gün Sultan Alaeddin tepeye çıktı ve şehir halkının evlerinin damlarında yarı çıplak yattıklarını gördü. Bunun üzerine tepeye yalnız camiinin yapılmasını, sarayın ise tepenin eteklerine inşasını istedi.
Üçler Efsanesi:
Üç dervişe hasta olan efendileri “Sizin kısmetiniz burada kesildi, Konya’ya gidin” demesi üzerine Horasan’ı bırakıp Konya’ya göç ederler. Kale kapısına vardıklarında önlerine yüzüpeçeli derviş kılıklı bir adam çıkar ve “Gelin der, sizin yeriniz Mevlanâ Dergahı’dır, oraya yerleşeceksiniz.” Yol gösteren derviş peçesini kaldırır. Bir de ne görsünler, hasta olan kendi mürşitleri değil mi? Mehmet, Mahmut ve Ahmet adlarında bu üç derviş ölünce Mevlanâ’ya yakın yere gömüldüler. Mezarlığa Fatih Sultan Mehmed zamanında Üçler adı verildi.
Şems’in Kuyusu Efsanesi:
Konya’lı iki hacı Kabe’yi ziyarete giderler. Su alırken tası zemzem kuyusuna düşürürler, fakat çıkaramazlar. Konya’ya geldiklerinde aynı tası Şems’in türbedarının elinde görürler. Nereden aldın bu tası ? diye sorduklarında türbedar, Şems’in kuyusundan aldığını söyler.
Deve Taşı Efsanesi :
(Seydişehir) Seyyid harun küpe dağının eteklerinde şehri kurarken bir haber ulaşır. Ilgın - Kadınhanı arasındaki Mahmuthisar köyündeki tekke de müridleri ile oturan Didiği Sultan adlı bir ermiş şeyh, ayıya gem vurarak binmiş, müridleri ile birlikte Seyyid’in ziyaretine gelmektedir. Haberi alan Seyyid’in Harum, müridlerini toplar, oradaki kocaman bir kayaya “Deve ol” der, deve şekline giren kayaya binerek Didiği Sultanı karşılar. Keramet ehli iki pir, Seydişehir’in girişinde buluşurlar. Didiği Sultan bindiği ayıdan iner, onu dağa sürer. Seyyid Harun’da bindiği taş deveyi çöktürür, oda iner, böylece helalleşip görüşürler. Seyyid Harun’un bindiği taş deve, çöktüğü yerde olduğu gibi kalır. Yüzyıllar boyunca, deveye benzeyen bu kaya parçası, halk tarafından ziyaret edilerek efsanesi anlatılır. Devetaşı olarak bilinen kaya bu gün Aliminyum tesisleri lojmanları arasında kalmıştır.
Dedegül ve Karagöl Efsanesi (Beyşehir)
Dedegül, dedegülleri ile ünlü Anamaslar’ın doruk tepesi olup, uğurlu sayılan bir dağdır. Karagöl ise bu dağın eteklerinde küçük bir gölcüktür. Çevre köylerin dilek ve adak yeridir. Çevre köylülerin anlattıklarına göre; Dedegül dağının Güldede adında yeri bilinmez bir yatırı, ulu dedesi vardır. Karagöl’e yapılan adakları o karşılar, dede gülleriyle örtülü çayırların pisliklerini geceleri o temizler; öyle ki gündüzünden ne kadar, insan ve hayvanlarca ortalık kirletilirse kirletilsin, Güldede, bunlardan sabaha iz bırakmaz; nasıl ederse eder, pislikleri yok edip ortalığı tertemiz eder. (Benzeri temizlenmenin Erenkilit Dağı için de anlatıldığı duyulur) Çevre köylüler, özellikle çocuk edinme dileklerinde, dilek dilemeye, adak adamaya Karagöl’e çıkarlarmış. Dilek dilemenin birde usülü ve yordamı varmış. Dilekçi, ilk olarak dilek pınarından su içer, pınara tahıl taneleri ve bozuk paralar atar, yanındaki Uğur Ardıcına çaput bağlarmış. Orada Abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra; adak davarı kesilip kan akıtılır ve topluca yenirmiş. Sonra tekrar namaz kılan dilekçi, dilek pınarına el atarmış. Eline buğday tanesi gelirse, bir oğlu, arpa tanesi gelirse bir kızı olacak demekmiş. Bundan sonra uyku taşına uzanan dilekçi dua eder ve uykuya yatarmış. Eğer dileği gerçekleşecekse düşünde Güldede’yi görürmüş ve Güldede dileğini ona muştularmış.
Çoban Kayası Hikâyesi(Beyşehir)
Dedegül Tepesi eteğinde bir Türkmen Beyi yaşarmış. Beyin yedi oğlu ve güzel bire kızı varmış.
Beye ait koyun sürüsünü Yıldız adlı çoban güder, Karagöl’de sulayıp Çoban kayası mevkiinde yatırırmış. Beyin Güllü adında güzel kızı da Gül tepesine gelerek koyunları sağarmış. Genç ve güzel kız koyunları sağarken çoban da yanık yanık kaval çalarmış. Zaman içinde çoban ve kız birbirlerine âşık olmuşlar. Öyle ki genç kız çobanın hislerini kavalının sesinden anlar hale gelmiş.
Bir gün eşkıyalar sürüyü basıp çobanı esir almışlar köpeğinden biri olan Kara Köpek de öldürülmüş. Onbeş kadar eşkıya yanlarına sürüyü de alarak Eğirdir’e giden yol üzerindeki Kestel Boğazına yönelmişler. Mola verdikleri sırada eşkıya başından sizin alan çoban bir kaya üzerine çıkıp başlamış kavalına üflemeye. “Kara Köpek kan kustu, Eşkıyalar bizi bastı, Yetişin Ağalar, Koyun Ketseli aştı.”
Çobanın çaldığı kavalı dinleyip mesajı alan Güllü Kız babasını uyardıysa da inandıramamış. Kaval sesi halen devam edince ısrarla durumu izah etmeye çalışmış. Bunun üzerine babası ve ağabeyleri yola koyulmuşlar. Eşkıyaları Ketsel Boğazında yakalayan Bey, üç tanesini de öldürmüş. Diğer eşkıyalar kaçarken, Çoban ve sürü de kurtulmuş.
Eve geri dönen Bey, Kısını yanına çağırmış ve kaval sesini nasıl anladığını sormuş. Kız da babasına; “Aşk söyletir, dert ağlatır. Dedegül Tepesi dinletir.” demiş.
Durumun farkına varan Bey Çobanı yanına çağırmış. Çobana bir şart koyup şöyle demiş; “Koyun sürüsünü tuzlayacağım. Sende kaval sesi eşliğinde sürüyü Karagöle götüreceksin. Yalnız Koyunların hepsi su içmeden geri dönemli.”
Söylenenleri dinleyen Güllü’nün gönlüne hüzün çökmüş ve başlamış mırıldanmaya; “Çal kavalını hey garip çoban dağlar dinlesin. Derdini bilmeyen seni neylesin, Aşık Güllü gizli gizli ağlasın.”
Kavalını eline alan Çoban başlamış çalmaya. Göl kenarına varan bin kadar koyun hiç su içmeksizin durmaya başlamış. Derken sürmeli kara gözlü bir koyun kavalı dinlemeyip su içmeye başlamış. Meğer Güllü kızın koyunları sağarken gözünden öptüğü bu koyun Çobandan vazgeçmiş.
Kavalını yine eline alan dertli Çoban;
“ Koyun seni güttüm güttüm getirdim,
Getirdim de çoban kayasına yatırdım,
Güllü abla sağdı ben baklacını getirdim,
Ablanı sevdiğim sürmeli kara koyun.
Çıktım Anamas Yaylasının başına,
Ayağı deymesin toprağına taşına,
Gülleceğiz yeni girmiş on yedi yaşına,
Ablasını sevdiğim sürmeli kara koyun.
İçtin tükenmez Karagöl’ün suyunu,
Ablan Güllü değiştirmez eski huyu,
Gideceğimiz yer Cennetin yolu,
Ağa kızı vermez ise olurum deli.”
Son söz olarak Bey kızının Çobana uygun düşmeyeceği söylenir. Dahası çobana da yol gösterilir. Ne var ki kızın gönlüne sevda ateşi düşmüştür. Annesinden de yardım alan güzel kız evden kaçmış. Bir süre dağlarda dolaşan iki âşık beyin adamları tarafından yakalanmış. Bu sevda hikâyesini kabullenemeyen Bey, kızını öldüremeye karar vermiş.
Kız da; “Baba, beni çobana aşık olmama sebep anamdır." demiş. Nitekim anası da asılmış.
Anamas Dağı, Çoban Kayası, Dedegül Tepesi ve Karagöl’ün adı da bu hikâyeden alasıymış.
Obruk Efsanesi
Vaktiyle, bizim köyün yakınında Obruk diye bir mahalle varmış. Dedelerimizin, ninelerimizin zamanında bir gün, bu mahallede bir haneye Hızır Dede gelmiş. Bir hanenin kapısını çalmış:
“Ev sahibi, ev sahibi! Bana bir parça yiyecek bir şeyler verin, bana bir hayrınız yok
mu?” demiş.
Hâne sahibi gelinin de beşiğinde çocuğu varmış. Çocuğum ağlayacak diye kalkmış, gocaya bir şey vermemiş.
Dede’ye “Verecek bir şeyim yok!” demiş.
Hızır Dede de “Yok mu gızım?” diye tekrar sormuş. Gelin, tekrar "Yok!" deyince Hızır Dede:
“İnşallah, yağ ola goyulasın, obruk ola oyulasın
Suyun içilsin de, balığın yenilmesin!” demiş.
Dede, bu sözleri söyler söylemez kaybolmuş. O mahalle de aynı anda obruk olmuş oyulmuş. Şimdi hâla oranın balığı yenmez. Derde derman olarak vücudunda bir kaşıntısı
olanlara şifa olsun diye o sudan içirilir.
Hâlâ Perşembe geceleri, o Obruk’un yerinden gelinin beşik sesi ile ninni sesleri
duyulur:
“Bebeğin beşiği çamdan,
Yuvarlandı düşdü damdan,
Beğ babası gelir Şam’dan
Nenni yavrum, nenni guzum,
Gapıya gelen Hızır’ımış da,
Biz bilemez imişiz,
Biz bu bedduaya nasıl uğramışız?
Nenni dudum, nenni guzum…”
Vaktiyle, dedelerimiz, ninelerimiz, bizi ocak başında toplar, külde nohut kavurur, hem yedirir hem de bu masalları anlatır bizi eğlerdi.
Kaynak: "BİR ÇUMRA (KONYA) EFSANESİ VE TÜRK DÜNYASINDAKİ BENZERLERİ". Dr. Aziz AYVA, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü / KONYA, azizayva@selcuk.edu.tr
Kızlar Kayası Efsanesi Efsaneleri
KIZLAR KAYASI (Prof.Dr.Saim SAKAOGLU’nun makalesinden)
Adeta Konya adıyla bütünleşmiş olan Meram’ı duymayaniniz işitmeyeniniz var midir? Sanmam demeyeceğim üç beş kişi çıkabilir bu güzellikler bahçesinin bir kösesinden söz etmek istiyorum bu yazimda Konya il merkezinden batiya dogru yedi sekiz kilometre gidince Meram a ulasirsin Eskiden bir yolu varmis Meramin bugün Eski yol denilen yolu Ancak günümüzde Meram a hemen hepside ayni yönden olmak üzere dört yoldan girebilirsiniz Köycegiz üzerinden girerken adeta Meram a tepeden bakar gibi olursun Meram dan da öte yol gider Dere yolu Yillarca önce kendi köy otobüsleriyle sehre inen Dereliler bugün artik belediye otobüsleriyle dolmuslarla Konya ya ulasabilmektedirler Meram ile Derenin arasi bugün birlesmis gibidir Bazilari hala bag evi havasini koruyabilmis toprak damli evleri ilkbaharda agaçlarin arasindan seçmeniz bile zor olur Karayolunun yamaçtan baktigi bir vadiden bir dere yatagindan uzanan güzellikler zinciri sin zamanlarda yamaçlarda da artan bir iskanla çaga ayak uydurmus gibidir.
Kizlar kayasi hem bir çesit tasli olusumlarin adidir hem de o taslarin bulundugu bölgenin adidir Hakimiyeti Milliye ilkokulundan ögrenci oldugum yillarda ki 40-45 yillik bir geçmise sahiptir bazi arkadaslarim anlatirdi Bu Pazar Kizlar Kayasi’na gittik Veya bir baskasi hidrellezi i orada karsiladiklarini anlatir Kizlar Kayasini çocuk hayal gücümün sinirlarina sigdirmaz nasil bir sey veya yer oldugunu düsünür dururdum O yillarda Anamas Daglari’nin hazin hikayesini dinler çocukça heyecanlara kapilirdik Ama kimseler belki de bizler sormadigimiz için kayalarla ilgili bir hikaye anlatmaz bizim merakli bekleyisimizin artarak devam etmesine yol açardi cografi tanimlar Kizlar Kayasinin yerini ister Dereye baglasin ister Meram’a herkes onun Meram’in ötelerinde oldugunu bilirdi Liseli yillarimizda yil sonu kir gezilerini Meramda geçirdigimiz günlerde gözü pek arkadaslarimiz oralara gitmeye niyetlenirler bizler de engel olurduk Bugün Meram Dere yolunun solunda ayrilarak takip edeceginiz köy yolu havasini tasiyan virajlara bogulmus bir yoldan geçerek Kizlar Kayasinin eteklerine kadar ulasabilirsiniz Onlara ellerinizle dokunabilir önlerinde hatira fotografi çektirebilirsiniz
Bu yöreyi Konyali arastirmaci Selçuk Es söyle anlatmaktadir Meram in güneybati yönünde Dere köy isminde merkez kazaya bagli iki bin nüfuslu degirmencilik ve bahçivancilikla geçinen eski bir köy vardir. Bu köye gidenler meshur Kadin Yokusu denilen oldukça tatli meyilli, yokusu çikinca sol tarafta büyük sel çayi üzerinde yükselen sarp sirtin eteklerinde sanki atlara binmis birtakim heykellerin olduklari yerde tas kesilen bir dügün alayi manzarasini görürler. Iste bundan hisse alarak bir çesit peri bacalari olan bu kayaliklar için söyle bir efsane uydurulmus. (Konya Efsaneleri, Folklor, 1 [4], Agustos 1969, 18) Belki peribacalarini hatirlatacaktir, ancak onlar farkli olusumlardir. Bu konuda kitaplarda bilgi bulmamiz mümkün degil. Son yillarda yayimlanan efsaneler bu taslarin esrarli sekillerine sürülmüs bir güzellik cilasi gibidir.
1991 yilinda yaptigimiz bir derlemede, ilkokul çagindaki çocuklara sordugumuz soruya aldigimiz cevaplar pek de olumlu degildi. Vaktiyle oralarda kötü seylerin yasandigini, kirik dökük cümlelerle anlatmaya çalismislardi. Orta yaslilar ise, dere yataginin vaktiyle deniz oldugunu, insanlarin gemilerini bu taslara bagladiklarini söylemislerdi.
Kaynak sahsimiz Mustafa Ertas’in anlattiklari daha farkli ve Anadolu’da benzerlerini tespit ettigim tipe uygun bir yapiya sahiptir. 1925 Dere dogumlu, ilkokul mezunu, emekli isçi olan Ertas’in 1992 Mayis’inda anlattigina göre kadinlar, bir çesit yufka olan sepitle taharetlenirler. Bu, Allah indinde hos karsilanmaz ve kadinlar tas kesilirler. Ertas, efsaneye Islami bir hava vererek “Islam sirasinda”, “Islamiyete ters düsen kadinlar” gibi ifadeler de kullanmistir. Taslarla Ilgili Inançlar: Bu efsanenin yaygin sekline göre, yakininda su oldugu halde bazi anneler daha kolayina gittigi için ellerinin altinda bulunan hamurla/ekmekle çocuklarinin altini temizleyiverirler. Yurdumuzun pek çok yöresinde görülen bu efsanede, kendisi varken temizligin ekmekle yapilmasi üzerine su, yer altina çekilir ve hala da öyle akip gitmektedir. (Saim Sakaoglu, 101 Anadolu Efsanesi, Ankara 1974, 69-70; 2.b, Ankara 1989, 29) Efsane, Ertas tarafindan eksik anlatilmistir; ancak o verdigi diger bilgilerle bu eksikligini de ortaya koymus olmaktadir. Ona göre, bu kayalardan biri besik seklindedir; bir baskasi ise kucaginda çocugu olan bir anneyi hatirlatmaktadir. O halde efsanemiz, Ertas’in hafizasinda yanlis yer etmis veya çevrenin etkisiyle sekil degisikligine ugramistir. Efsanemize en güzel seklini veren Dr.Mehmet Önder’dir. “Meram’da Kizlar Kayasi Efsanesi” adiyla yayimladigi metinler, bu tipin varyantlarini ortaya koymasi açisindan önemlidir. (Konya Efsaneleri, Konya, 1963, 36-37). Onun naklettigine göre, efsane söyledir:”Bir gelin alayi, Konya’dan Dereköy’e gelin götürüyormus…Tam buraya geldikleri zaman gelin sikintisini defetmek için atindan inmis…Bu ugursuz sayildigi için gelin de, alay da tas kesilmis…” Gelin alaylari ile ilgili efsanelerin sonu gelmez ki, ayni kayalara birden fazla efsane baglaniverir. Iste Sayin Önder’in derledigi ikinci sekil:
“Konya’dan Dereköy’e gelin götürüyormus…Fakat, gelinin Konya’da civan bir sevgilisi varmis. Ondan ayirmislar. Dereköylü bir gence vermisler. Konyali genç karasevdalar içinde beddua etmis: ‘Bir daha Konya’ya yönünüzü dönerseniz tas olunuz insaallah’ ” demis. Tam yari yolda gelin Konya’ya dönmüs, bir ‘ah’ çekmis… Iste bu sirada bütün kafile oldugu yerde tas oluvermisler.”Dr.Önder’in bu tespiti, onun baska bir efsanesinde de yer alir. (Anadolu Efsaneleri, Ankara 1966, 46). Efsane bu, tabii bazi degisikliklere ugrayacak. Konya efsaneleri üzerinde çalisan Seyit Emiroglu’nun babasi Mehmet Bey’den dinledigi efsanede de bazi küçük farkliliklar vardir. 68 yasinda, emekli memur olan Dereli Mehmet Aga’nin anlattigi efsanede sevdalilar ayri yerlerde, fakat ayni anda dilekte bulunurlar. Delikanlinin;”Içimi atese yakar gidersiniz, sevgimi hiçe sayar gidersiniz! Dilerim bir daha yüzünüzü Konya’ya dönemezsiniz” seklindeki duasi, genç kizda; “Gidiyorum, görenek bu. Babamin sözünden çikamadim. Ama gönlüm Konya’dan bu yana, yüzüm Dereköyü’ne dönmesin Allah’im” seklinde ifadesini bulur.
Birer doga harikasi olan bu taslar, simdi de birer efsane harikasi olarak anlatilmaktadir. Efsanenin sihri, onlardaki ölüm kavramini alip götürmektedir.
Kizlar Kayasi, Konya’da bir güzellik olarak, bir efsane olarak yüzyillardan beri yasamaktadir. Yeni kusaklar bu güzelliklere sahip çiktigi sürece bu yasama sonsuza kadar sürüp gidecektir, bir Ergenekon gibi, bir Manas gibi…
Aya Thekla Efsanesi
Konya tarihi üzerinde çalışanların en güçlükle karşılaştıkları devir, hiç şüphesizdir ki ilkçağın sonlarından Anadolu'nun Türkleşmesine ve İslamlaşmasına kadar geçen bir safhayı içine alan uzun bir devirdir. Halbuki Konya'nın İslam öncesi, bu topraklarda yaşayan insanların hayatlarını bilmek ve duygularını anlamaya çalışmak, İslam öncesi toplumunun daha sonraki İslam dönemindeki davranışlarını anlayabilmek açısından muhakkak ki çok önemlidir.
İşte bu yüzden değineceğimiz Konya'da Aya Thekla Efsanesi, şehir tarihinin bu dönem için karanlıkta kalmış sayfalarını aydınlatmak incelemede Konya'nın Roma dönemindeki insanlarının duygu ve davranışlarını ile şehir dokusu üzerinde önemli bilgilere sahip olmaktayız. O dönem insanlarında Yahudilik ve Hıristiyanlık arası İlişkinin bütün acımasızlığına şahit olmaktayız.
Havarilerden Paulus'un (Pavlos, Sen Pol) işlerini anlatan ve zamanımıza kadar üç parça halinde gelebilen yazılardan birinci ve en Önemlisi Paulus ve Thekla olarak tanınır. Çeşitli devirlerde çok değişik dillerde muhtelif versiyonları yazılmış bu hikaye çok eski zamanlardan beri Hıristiyan yazarları ta biliniyordu. Hatta o kadar ki, çok değerli olduğu kabul edilen bu yazı, Hıristiyanlığın resmi kitabına alınan yazıların dışında kalmakla beraber, onları takip eden en değerli eser olarak görülür.
Pisidia Antiokheia'sında (Yalvaç) bir havrada vaazlar veren Paulus, burada barınamayınca, kaçarak Iconium (Konya) istikametinde ilerlemeye başlamıştı. Yanında Demas İle Hcrmogenes adında onun görüşlerine pek de bağlı olmayan iki Hıristiyan vardı. Paulus'un şehre yaklaştığını haber alan Onesiphoros adında Konyalı bir Hıristiyan, oğullan Simias ile Zcnon ve karısı Lektray yanına alarak karşılayıcı çıkar. Onesiphoros, Paulus'u tanımadığından, dostu Titus tarafından yapılan tarif üzerine yolcular arasında Paulus'u arar. Lystra (Hatunsaray) ile Konyalı bağlayan yol üzerinde bekleyen Onesiphoros, Titus'un tarifine uyan kısa boylu, sağlam yapılı, kavisli bacaklı, çıplak başlı, kaşları birleşik, hafifçe kemerli burnu ile bir yolcunun geldiğini görür ve onu derhal Paulus olarak tanır. Paulus, samimiyetsiz iki şakirdi ile Oneshiphoros'un Konya'daki evine misafir olurlar, rnütevâzî bir yemekten sonra, Konya Hıristiyanlarının toplantı yeri olan bu evde Havari derhal vaazına başlar. Konuşmasının ağırlık merkezi, dünya zevklerinden uzaklaşmak ve Tanrı yolunda tam bir bekaret hayatı yaşamanın iyiliği hakkındadır. Paulus'un bu husustaki görüşü o derecede ileridir ki. Tanrı korkusu ve sevgisine layık olmak isteyenlerin evlilik hayatından dahi uzaklaşmalarını tavsiye eder.
Havari Paulus, Oncsiphoros'un evinde etrafına toplananlara bu fikirleri aşılamaya çalışırken, komşu evde oturan Theokleia adındaki dul bir kadının 17 yaşındaki kızı Thekla'da, Onesiphoros'un evine en yakın pencerenin Önüne oturarak büyük bir hayranlıkla bu ateşli hatibi dinlemektedir. Thekla, Paulus'un sözlerinin tesirine kendisini o derecede kaptırır ki, pencerenin önünde gece, gündüz ayrılmaksızın, hatta yemeyi, içmeyi ve uyumayı unutarak tam üç gün - üç gece yüzünü görmediği ancak sesini duyduğu havariyi dinler. Bu durumdan endişelenen annesi, nihayet kızının nişanlısı -hikayenin bazı versiyonlarında kocası- Thamyris'e bu hâle bir son vermesini bildirir. Thamyris ve annesinin kendisini ikna için söyledikleri bütün sözler, tesirsiz kalır. Genç kız, hiç kıpırdamadan pencerenin önünde oturmaya devam eder. Sabrı tükenen Thamyris, nihayet, Oncsiphoros'un kapısına dayanır. Burada sokakta rastladığı Demas ve Hcrmogenes'e; "gençleri ve bakire kızları aldatarak onları evlenmekten uzaklaştıran bu iğfal edicinin" kim olduğunu sorarak hakkında kendisine bilgi verdikleri takdirde, onları parayla mükafatlandıracağını söyler. Demas ve Hermogenes; "Onun kimin nesi olduğunu biz de bilmiyoruz." derler. "Ancak muhakkak olan bir şey varsa o da şudur ki, bu adam, ancak tam bekaretin muhafaza edildiği takdirde ölümden sonra hayat bulunabileceğini söylemek suretiyle, gençleri kadınlardan, kızları da erkeklerden uzaklaştırmaktadır". Bunun üzerine Thayris, iki adamı evine davet ederek, onlara mükellef bir yemek yedirir ve Paulus'un yaydığı fikirler hakkında daha geniş bilgiler alır. Nihayet Demas ve Hermogenes. nişanlısını kayıp eden gence havariyi ihbar ederek yakalatmasını ve böylece kızı onun tesirinden kurtarmasını tavsiye eder.
Ertesi sabah, gün ağarırken Thayris, gerekli memurlar ve kuvvetli bir muhafız kuvveti ile Oncsiphoros'un evine giderek, orada Paulus'a: "Sen, Iconium şehrini ve nişanlımı İğfal ettin!" der ve havari Iconium Valisi Proconsul Cestilius'un huzuruna çıkarılır. Kendisinin Tanrı tarafından insanlara doğru yolu göstererek onları kurtarmak üzere gönderildiğini söylemek suretiyle savunmasını yapan Paulus, ileride tekrar sorguya çekilmek üzere zindana kapatılır. Bu olaydan haberi olan Thekla ise gece bileziklerini vermek suretiyle evinin kapısını açtırtır, derhal zindana koşar, burada da zindancıyı gümüş bir ayna vermek suretiyle razı ederek, içeriye Paulus'un yanıma girer, onun ayaklarının dibine oturarak onu dinler. Genç kızın ortadan kaybolmasından telaşa düşen ev halkı ve nişanlısı, önce şaşkın bir hâlde sağa sola koşuştururlar. Nihayet kapı hizmetine bakan esirin bir arkadaşı, kızın gece gittiğini söylemesi üzerine kapıcıyı sıkıştırırlar. Thekla'nın zindana kaçtığını öğrenince hakikaten de genç kızı orada bulurlar. Durum, aynen Proconsul Cestilius'a bildirilince, Paulus'un huzuruna getirilmesini emreder. Fakat havari gidince kız öyle üzülür ve kendisini yerden yere vurur. Nihayet onu da Cestilius'un karşısına çıkarırlar. Burada genç kız kendisine sorulanların hiç birine cevap vermez, gözleri Paulus'un yüzüne çakılı olarak durur. Sabrı taşan annesi, nihayet bağırır. "Bu ahlaksızı yakın! Bu adam tarafından iğfal olunan bütün kadınların dehşet duyması için bu kızı sirkin ortasında yakın!" Bütün yumuşaklığına rağmen Cestilius, bu şiddetli kararı verir. Paulus ise önce değnekle dövüldükten sonra şehirden kovulacaktır.
Hemen hemen çırılçıplak bir halde sirkin ortasına getirilen Thekla, yine gözleri ile Paulus'u arar ve bulur. Fakat Paulus bu defa İsa'nın görünüşünü alır. Kızın yakılması için lüzumlu çalıları şehrin gençleri, genç kızları getirirler. Cellatlar, bunları istif ederken Proconsul Cestilius, genç kızın metaneti karşısında ağlamaktan kendisini alamaz. Nihayet Thekla odun yığınının üzerine çıkarılır ve demetler ateşe verilir. Fakat o anda Tanrının inayeti belirir. Birdenbire şiddetli bir gök gürültüsü duyulur ve ortalık kararır. Aynı anda başlayan bir sağanak ve dolu yağışı, yalnız ateşi söndürmekle kalmaz, sirkin sahnesi sel suları ile dolar, hatta selde boğulanlar bile olur ve böylece genç kız da diri diri yanmaktan kurtulur.[1]
Genç kız Konya'ya döner, orada fazla kalmaz. Silifke'ye doğru yola çıkar. Halk arasında Meryemlik olarak bilinen bu yöredeki mağaraya yerleşir. Uzun yıllar yöre insanına şifa dağıtır. Çoktanrılı Silifkelilerin çoğunu yeni dinin üyesi haline getirir. Thekla'nın mucizeleri, bir yandan Yahudileri bir yandan da Silifke çevresindeki hekimleri rahatsız ediyorer.Paulus'un düşüncelerine sadık kalarak sürdürdüğü 90 yıllık dünya yaşamı, kimlikleri konusunda çelişkili düşünceler üretilen iki saldırganın mağaraya gelmeleri ile son bulur. Söylentilere göre Thekla mağaranın derinliklerindeki kayaların yarılmasıyla saldırganların elinden kurtulur. Fakat onu bir daha kimse göremez. Geriye Silifke'de uzun zaman kıymetli bir hatıra olarak saklanan şalı kalmıştır.
Thekla'nın kaybolmasından sonra mağarası kilise olarak kullanılmaya başlanır. Duvarlar mermerlerle kaplanır. Yerler ve kimi bölgeler cam fresklerle bezenir. Hıristiyanlık yasak olmaktan çıkarılıp İ.S. 312'de imparator Konstantin döneminde serbest bırakılınca mağaranın hemen üzerine Thekla adına bir bazilika inşa edilir. 5. yüzyılın ortasında bu kilisenin yerine ihtişamlı bir kilise yapılır. Uzun yıllar boyunca Hıristiyan âleminin hac yeri olarak kullanılöıştır. Kemerlerle civardaki çok sayıda sarnıca aktarılan su, burayı cennete çevirmiştir. Günümüzde 23–24 Eylül tarihlerinde dünyanın dört bir yanından gelen Hıristiyanlar, hem Katolik hem de Ortodoks Kilisesi tarafından resmen azize olarak tanınmış Thekla'nın yaşadığı mağarayı ve kilise kalıntılarını ziyaret ederek hacı oluyorlar.[2]
Tahir ile Züre efsanesi
Zühre bir sultan kızı, Tahir bir vezir oğludur İkisi de anne ve babalarının yedikleri sihirli bir elmadan dünya’ya gelmişler, birlikte oynamış, birlikte büyümüşlerdi Önceleri, bir hocanın rahlesi önünde diz çöküp okurlarken, sonra yaşlı bir Pir’in elinden içtikleri “Aşk Badesi” ile sarhoş olur, yüreklerini aşkın yalap yalap yakan ateşinde közleştirirler Artık, sazla- sözle deyişler söylemekte, birbirlerine olan aşklarını dile getirmektedirler Bu böyle gitmeyecek, bir engel ortaya çıkacak, daha beşikteyken sözleri kesilen bu iki sevgiliyi birbirinden ayıracaktır Çünkü, Hak âşıklarının alın yazısı böyledir Bu çizgide kaderleri birliktir Gün gelip çatmış, kader ağlarını örmüş, Tahir Konya’dan Mardin zindanına sürülmüş, Zühre de sarayın bir odasına kapatılmıştır
Her iki âşık, umutsuz aşklarının çilesini çekmeye, yüreklerindeki petek petek aşk balını saza ve söze dökmeye devam ederler Gün olur, Tahir zindandan kurtulur Konya yoluna düşer, Konya sarayından sevgilisini kurtarmak isterken yakalanır Bu kerre bir sandala bağlanarak, başıboş, Beyşehir gölünün hırçın dalgalarına bırakılıverir Göl Emir’i onu bulur, konağına getirir Bu sırada, Zühre’nin bir Bey oğlu ile düğününün yapılmakta olduğu haberi alınır Tahir, kılık değiştirerek, Konya’ya gelir, bir yolunu bularak Saraya girer Girer ama, bir muhafız onu tanır üzerine atılarak öldürür Zühre, altın telli duvağıyla cesedin üzerine kapanır, oracıkta can verir Her ikisini bir mezara korlar Mezardan iki gül fidanı boy verir iki fidanın arasında bir çalı dikeni vardır Bu iki fidanı asla birleştirmez Sonradan mezarlar üstüne, bugünkü türbeyi yaptırır, adına Tahir Ve Zühre türbesi derler
Dedegül ve Karagöl Efsanesi (Beyşehir)
Dedegül, dedegülleri ile ünlü Anamaslar’ın doruk tepesi olup, uğurlu sayılan bir dağdır. Karagöl ise bu dağın eteklerinde küçük bir gölcüktür. Çevre köylerin dilek ve adak yeridir. Çevre köylülerin anlattıklarına göre; Dedegül dağının Güldede adında yeri bilinmez bir yatırı, ulu dedesi vardır. Karagöl’e yapılan adakları o karşılar, dede gülleriyle örtülü çayırların pisliklerini geceleri o temizler; öyle ki gündüzünden ne kadar, insan ve hayvanlarca ortalık kirletilirse kirletilsin, Güldede, bunlardan sabaha iz bırakmaz; nasıl ederse eder, pislikleri yok edip ortalığı tertemiz eder. (Benzeri temizlenmenin Erenkilit Dağı için de anlatıldığı duyulur) Çevre köylüler, özellikle çocuk edinme dileklerinde, dilek dilemeye, adak adamaya Karagöl’e çıkarlarmış. Dilek dilemenin birde usülü ve yordamı varmış. Dilekçi, ilk olarak dilek pınarından su içer, pınara tahıl taneleri ve bozuk paralar atar, yanındaki Uğur Ardıcına çaput bağlarmış. Orada Abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra; adak davarı kesilip kan akıtılır ve topluca yenirmiş. Sonra tekrar namaz kılan dilekçi, dilek pınarına el atarmış. Eline buğday tanesi gelirse, bir oğlu, arpa tanesi gelirse bir kızı olacak demekmiş. Bundan sonra uyku taşına uzanan dilekçi dua eder ve uykuya yatarmış. Eğer dileği gerçekleşecekse düşünde Güldede’yi görürmüş ve Güldede dileğini ona muştularmış.
|